Program Koordinatörü Devriş Ahmet Şahin yapmış olduğu açılış konuşmasında; “Sadreddin Konevi,13. asırda Türk ve İslam dünyasının ilmi merkezi olan Selçuklu'nun başkenti Konya'da yaşayan, Konya’da binlerce talebe yanında, pek çok da hikmet ve tasavvuf ehli insanlar yetiştiren, Hadis ilmi başta olmak üzere bir çok konuda derin bilgilere sahip çağdaşları tarafından Şeyh-i Kebir” unvanıyla anılan ulu bir kişiydi” dedi. Ödüllü Yazar Hüzeyme Yeşim Koçak ise yapmış olduğu sunumda ; Hakkında “Büyük sufi, âlim; metafizik sahasında yeni ufukların adamı; Arabî, Mevlâna’yla birlikte Konya okulunun mümtaz bir şahsiyeti, kurucu sufi bir düşünür, muhaddis, aynı zamanda seçkin bir yorumcu” gibi tanımlamalarda bulunulan Sadreddin Konevi; 1209 veya 1210 yılında Malatya da doğdu. Dönemi Moğol istilasının olduğu, Sünni inanışa meydan okuyan Şii-Batini karakterli isyanların çıktığı, karışık bir zamandı. Fakat aynı zamanda, Hz. Mevlâna, İbn Arabî, Yunus Emre gibi seçkin mutasavvıfların, irfani hareketlerin öne çıkıp, Anadolu’yu mayalandırdığı bir dönemdi. 13. Yüzyıl Konya’sı İslâm Dünyası’nın önemli bir ilim ve fikir merkeziydi. Hz. Mevlâna ile arkadaşlığı, dostluğu çok konuşulurdu Sadreddin Konevî’nin. Birbirinin kişiliğine, şahsî dünyalarına saygı duymuşlardı. Bazen farklı düşünseler de hakikatte, doğruda, güzelde daima birleşirlerdi. Öldükten sonra cenaze namazını Sadreddin Konevî’nin kıldırmasını vasiyet ettiğini biliyorsunuz. Nice öğrenciler yetiştirdi. Bizzat ders verdiği Müeyyideddin Cendi, Sadettin Fergani, Fahreddin İrakî gibi parlak talebeleri yanında; Osmanlı’nın ilk müderrisi(profesörü) Davudu Kayserî, Abdullah Bosnevî, İsmail Hakkı Bursevî gibi, yüzyılların içinden gelen sevenleri, Fatih Sultan Mehmet gibi hayranları, takipçileri çıkacaktı. Sadreddîn Konevî’nin bir rüyasında; Hazreti Peygamber kefenlenmiş bir hâlde tabuttaydı. Bazı insanlar O’nun öldüğü kanaatindeydi, kaldırmak defnetmek istiyorlardı. Kalbine, Peygamber Efendimiz’in(sav) ölmediği duygusu düştü. İncelediğinde hafifçe nefes aldığını gördü. Bağırarak yapmaya çalıştıkları işten onları alıkoydu. “Rüyanın görüldüğü tarih, Bağdat’ın Moğollar tarafından işgal edildiği tarihtir.” Acaba bu rüya zamanımızda görülseydi, ne gibi yorumlar yapabilirdik. Bağdat kaç kere düşerdi, ya da kaç Bağdat düşerdi? İslâm(cı) yüzlü sapkınlıkları, Mukaddes Kitab’ı oyuncak edenleri, şom ideolojiler uğruna kurban edildiğimiz zamanları, maket Kâbeler etrafında dönüp duran kâğıttan Müslümanları, “arz hayatı için Hristiyan, ahret hayatı için Müslümanlığı uygun görençokyüzlü dindarları, doğal karşılanan şerri ve yapılan kötülük ululamalarını, Müslüman imzasının kaldırıldığı Kutlu Şehirleri görseydi ya da modern putlaştırmaları. İlmi, önderleri geriye çekilmiş, karalanmış; barbar bazı örgütlerle öne çıkarılmış, bir dünyaya tanık kalsaydı..

Yüce Peygamberimiz; bir kere mi Hakk’a yürürdü yoksa İslâm âleminin mevcut durumu, cehalet, yoksulluk ve tefrikayı düşündüğümüzde, viran şehirler ve harap gönülleri göz önüne getirdiğimizde, ölüp ölüp dirilir miydi? Kutlu bir mirasa ne kadar sahip çıktık ve geliştirdik? diyerek sunumunu sonlandıran  Ödüllü Yazar Hüzeyme Yeşim Koçak  sonrasında Şeyh  Sadreddin Konevi Esintileri Nefha  adlı romanını okuyucularına imzaladı. Program  TYB Konya Şubesi Onursal Başkanı Ahmet Köseoğlu  ve Program Koordinatörü Devriş Ahmet Şahin tarafından Ödüllü Yazar Hüzeyme Yeşim Koçak'a günün anısına verilen plaket takdiminin akabinde çekilen hatıra fotoğrafları ile sona erdi.

HABER MERKEZİ 

Editör: TE Bilişim