Çocukluğumda diğer bütün Anadolu çocukları gibi, her istediğimizi anında aldıramazdık babamıza, annemize. Zira ne elde vardı ne de avuçta…

Köylere çerçiler gelirdi o zamanlar. Bir katırın ya da atın iki yanına iki tahta bavul sararlar, köyün meydanına o iki bavulu indirir, atını odanın ahırına bağlar ve bavulları bir serginin üzerine açar satışına başlardı.

Bavullardan yiyecek olarak; renkli renkli halka şekerler, elvan şekerler, sorma şekerler, araç gereçlerden; tükenmez kalemler, renkli boya kalemleri, çat patlar, mantar tabancaları ve onun mühimmatı mantarlar, oyuncaklar v.s çıkar ve serginin üzerine güzelce dizilirlerdi.

Çerçici Amca bu malların karşılığı olarak, satın alanlardan;  para, yumurta, özellikle de yün ve kıl alırdı. Bunların dışında arpa, buğday gibi tahıllarla da mal değişimi yaptığını görürdük.

Hiç unutmuyorum bir keresinde çerçi malları arasında plastikten yapılı bir mandolin vardır. Müziği çok seviyordum. Toplum içinde söylemezdim ama kendi kendime  radyolardan ezberlediğim türküleri mırıldanır ve o türkülerin müziklerine, ezgilerine hayran kalırdım. Radyoda Türk Halk Müziği Dinleyici İstekleri programına bayılırdım. Bu hayranlığımı somut hale çevirmek için kısmet ayağıma gelmişti işte. Çerçiden o mandolini mutlaka almalıydım. Ama çerçi malzemelerinin içindeki en pahalı malzeme demek ki o mandolin olacaktı ki, anam bana onu alamadı. Uzun süre ağladığımı çok iyi hatırlıyorum.

Yıllar sonra ilkokulu bitirip devlet parasız yatılı öğretmen okulunu kazandığımda her öğrencinin mutlaka bir mandolininin olması mecburiyeti ile karşı karşıya kalmıştım.  Bu defa gerçek bir mandolinin sahibi olmam mecburiyettendi. Yine hiç unutmuyorum Metin marka olanları olduğu gibi Gözenoğlu marka olanları da vardı. Metin markalar 150-200 TL gibi bir fiyata ancak alınabiliyordu. Ben 100.00 TL fiyatı olan Gözenoğlu Markasından bir mandolin alabilmiştim.

Dedim ya genellikle bütün Anadolu çocukları arzu ettikleri her şeye hemen sahip olamazlardı. Şimdiki neslin, çocuk yaşlarda olanlarının bile birbirinden pahalı cep telefonlarına hemen sahip olmaları sıradan bir olaydır artık. Hâlbuki bizlerin yaşlarında ve bizden yaşça daha büyük olanlarımızın ahdedip de ulaşamadıkları, canlarının çekip de tadımlık da olsa elde edemedikleri o kadar ihtiyaçları oldu ki şimdiki gençlere bunları anlatsanız masal niyetine dinlerler belki sizi… Hatta dinlemezler bile, “masal dinlemeye niyetim yok” deyip sıyrılırlar işin içinden.

Çocukluğumuzda haftada bir gün olmak üzere bağlı bulunduğumuz şehirlerde pazarlarlar kurulurdu. Hoş, halen de en az bir gün olmak üzere kurulmaya devam ediyorlar. O pazargünlerinin gelmesini iple çekerdik. Zaman zaman bizleri de götürürdü ana babalarımız. O günlerde yaşamış olduğumuz sevinci, aldığımız hazzı başka hiçbir şeyden almazdık. Zira, şehirli olmanın dayanılmaz cazibesini yaşardık hiç değilse bir gün. Hem evlerimize farklı yiyecekler girerdi belki de çoraplarımız, lastik yemenilerimizde yenilenmeler olurdu. Hatta pantolonluk, gömleklik kumaşlar bile alınırdı eğer bayramlar da yakınsa. Veya eskimiş pantolonumuzun dizleri ve arka kısımları yamanmış olarak gelirdi.

Eğer o gün pazara götürülmemişsek akşamüzeri gün indikten sonra, çukurun içinde olan köyümüzün tozlu sokaklarından gözümüzü yukarılara diker ama traktör ile ama kamyon ile pazara giden yakınlarımızın yolunu gözlerdik özlemle…

Öyle ucuz, öylesine küçük şeylerden mutlu olurduk ki, elde ettiklerimizle yüreğimizden çıkan sevinç huzmelerinin asla aynı orantıda olmadığını ilerleyen zamanlarda çok daha iyi anlayacaktık. Ama o sevinç huzmeleri bizi biz yapmaya, bizim neslin karasaban ile uçak, bilgisayar ve internet gibi çağın teknolojileri arasında bir nesil olmamızdan kaynaklanan, imkânsızlıkların ve imkânların en uç noktalarını görebilmiş fedakâr bir nesil olmamıza yaradı.

Bizim nesil, belki çocuklarını daha hazırcı bireyler olarak, her istediğini elde eden bir nesil olarak yetiştirdi ama buna karşılık, onları Ülkemizin en müstesna hizmetlerini görmeye, bütün sektörlerde ve devlet hizmetlerinde işini en iyi yapabilecek kapasitede eğitimli genç, dinamik insanlar olarak yetiştirmeye çok önem verdiler. Kısaca eğitim, onların en vazgeçilmezleri oldu. Onlar üzerinden, kendi yaşayamadıklarını görme arzularını en üst noktaya taşıdılar ve bunu da çok büyük bir oranda başardılar.

Devlet yönetim kademelerinde onlar gibi olanların birkaç çarpıcı örneğin dışında esamisi dahi okunmazdı o zamanlarda. Belki de birkaç bin ailenin etrafında dönen bir işlevdi devleti yönetme görevi…

Ama şimdi onların çocukları devletin her kademesindeler. Nereye baksanız onların çocukları karşınızda…

Herhalde “eğitimde fırsat eşitliği” denilen olguyu bütün eksikliklerine rağmen bizim nesil üzerinden sağlamışız gibi geliyor bana…

Kime sorsam, kiminle bu konuyu konuşsam, bizim neslin çocukları büyük oranda güzel çocuklar. Hepsi güzelliklerin içinde, güzelliklerin peşinde.