3 Ekim 2015’te köşemde yazdığım ‘’Kum Torbası ve Alışkanlıklarımız’’ yazısı aklıma geldi.

Daha doğrusu yaşadıklarım o yazımı sık sık aklıma getiriyor. Alışkanlıklarımız ayaklarımızda kum torbası sanki. 
Gelişmeye çalışıyoruz,birçok değişiklik de yapıyoruz ama işin ruhunu değiştirmekte o kadar başarılı değiliz.

Şeklen bir şeyler yapıyoruz, yaptıklarımız davranışlarımızın değişimine yansımıyor.

Bir vatandaş olarak;

Elbiseyi ayakkabıyı, arabayı, yaşamdaki statümüzü, gelirimizi değiştiriyoruz, daha sağlıklı, medeni kültürel zenginliğe sahip entelektüel davranışlara sahip oluyor.

Trafikte, insanlar arası iletişimde, kendimize karşı sorumluluklarımızda, ticarette, davranışlarımızı büyüdüğümüz oranda geliştiremiyoruz.

‘’Kendini yenileyemeyen, yeni davranışlar edinemeyen bireyler ve toplumlar hep yeni duruma karşı savunmacı duruma geçerler.Çatışırlar.’’  demişim

Yaşananlara bakıyorum da insanlar bulundukları ortamda ortak paydalar geliştirmek yerine, çevreyi kendine uydurma gayretindeler.

Belki de alışkanlıklarını sorgulayan insanların empati becerileri gelişmiştir

Yoksa kendi alışkanlıklarını yaşamın genel kuralları olarak gördükleri için her an her olayda çatışmacı kişilik sergilerler.

Alışkanlıklar tarihten süzülen pozitif davranışlar olduğu gibi, tarih içerisinde  coğrafi, sosyal ve ekonomik olaylara göre de şekillenmiş, toplumsal ortak paydalarımız da olabilir.

Alışkanlıklar, milletten millete değiştiği gibi bazen aynı toplumda şehirden şehre, aileden aileye de farklılıklar gösterebilir.

Eğer bulunduğu kültür, yetiştiği ortamda yanlış da olsa alışkanlıkları saygı görerek yetişmiş insanların, yaşamı, çevresini işini değerlendirirken ortamın gereğinden çok alışkanlıklarının meydana getirdiği bir bakış açısı ile karar verecektir.

Güçlü ama gelişen yaşam koşullarına göre güncellenememiş alışkanlıklar,  insanı kurumları işletmeleri büyütse bile geliştirmezler. Fasit daireler oluşturarak kendi etrafından dönen yaşamlar üretir.

Bu davranış biçimleri kişiden işletmelere, Kurumlara, devlete kadar karar veren sevk ve idare sorumluluğu olan her alanda böyledir.

Belki bugün kendi teknolojimizi üretemememizin altında yatan sebep de bu.

İleri teknolojiyi istiyoruz, kaliteli eğitimi istiyoruz, gelişmiş şirketlerimiz olsun diyoruz;  Binaları değiştiriyoruz, yeni yatırımlar yapıyoruz, çok paralar da kazanıyoruz ama kendimize ait teknolojiye ulaşamıyoruz.

Bir türlü ülkemizin stratejik bir yatırımı olmuyor.

Japonların elektronikve mercek sektörünün kilit teknolojisine sahip olması,

Amerika’nın Chip, Mobil telefon, savaş ve uzay teknolojisine sahip olması,

İsveç’in saat,

İsrail’in Gen,

Alman ve Amerikan standartlarının kural koyucu konumu,

Finlandiya’nın Eğitim sektöründeki başarısı,

Daha birçok ülkenin kendine has, küresel ölçekte stratejik başarılara sahip lokomotif özellikleri takip edilen ülkeler konumundalar.

Biz hala başka ülkelerin sahip olduğu bir ürünün, bir sektörün bize özgü olanını üretmeye çalışıyoruz.
Savunma sanayinde, tekstilde eğitim de hep bize ait olana ulaşmaya çalışıyoruz.

70’li ve 80’li yılları ithal ikameci yani kopyacı bir bakış açısı ile geçiren ülkemiz, şimdi de başkasında olanın bize özgü olanını üreterek teknoloji sahibi gözükmeye çalışıyoruz.

Hedeflerimiz de öyle.

Farklı bir alanın öncüsü olabilmek henüz daha bizi gelişme kültürümüzün içerisinde yok.

Daha doğrusu alışkanlıklarımız bizi bu dar bakış açısından kurtaramamış.

Şirketlerimiz, politikacılarımız halk olarak beklentilerimiz gelişmeci alışkanlıklara daha sahip olamadık. Davranışlarımız 1800 yılında ne ise şimdi de o.

Geleneksel tavırlarımıza kıskançlıkla sahip çıkıyoruz.

Acaba gelişen dünya nereye gidiyor?

Bu gelişme hangi yeni teknolojilere ihtiyaç duyacak?

Bu hangi insan kaynakları ile gerçekleştirilecek?

Diye düşünüp politikalar, stratejiler geliştirsek o zaman belki gelişen küresel düzende söz sahibi olacak araçlara sahip olabiliriz.

Mesela güneş enerjisi, Bor, Tohum teknolojisi, Elektrikli araçlar, Enerji depolamaları sağlık, robot teknolojileri konularında lokomotif olabiliriz.

Politikacıların söylemine bakıyorum;

Daha iyi eğitim,

Daha gelişmiş ülke,

Daha stratejik bir güç, 

Daha gelişmiş bir adalet,

Yollar,  hava alanları,

Katma değeri yüksek ürün üreteceğiz.

Evet doğru ama nasıl gerçekleştireceğiz?

Nasıl, hangi eğitimle nasıl bir insan kaynağı planlıyoruz?

Nereden başlayacağız?

Bu sorunların cevaplarını vermediğimiz sürece bunlar içi boş vaatler.

Elbette değerliler ama benim kastım her hangi bir alanda küresel yaşamda önemli bir köşe taşı olabilmenin rotasını çizmek.

Alışkanlıklarımız bizi kör etmiş, kendi davranışlarımızı gelişme diye yutturma sevdasındayız.

Dünün alışkanlıkları ile geleceğin teknolojilerini üretemeyiz.

Hele gürültülü, hakaret içeren, yıpratmaya yönelik,  demagojik  söylemler, ilkeleri yerle bir eden davranışlar, kurnazca ayak oyunları ile  bu böyle bir rota nasıl çizilebilir? Endişeliyim.