Birleşmiş Milletler 74. Genel Kurul Toplantısında konuşan Recep Tayyip Erdoğan’ın sözleri bir süredir Türkiye’de tartışılmaktadır. ‘’Uluslararası barışın ve güvenliğin korunması’’ şeklinde ilk maddesinde asıl varlık amacını belirten Birleşmiş Milletlerin özellikle bu anlamdaki maruz kaldığı eleştirilerin, kendi genel kurulunda böylesine üst bir makamdan dillendirilmesi önemlidir. On yıllardır özellikle uluslararası ilişkiler disiplini bünyesinde  tartışılan Birleşmiş Milletlerin, bir devlet başkanı tarafından böylesine eleştirilmesi bugün olmasa(!) bile yarınlar için kıymetlidir. Konuşmanın başlıklarına bakıldığı takdirde sistemin kurucuları dışında kalanların, sistemin ilkelerinden faydalanamadığı noktasındaki genel bakış geleceğe dair önemli notlar düşmektedir. 

‘’Yoksulluğun ortadan kaldırılması’’ temasıyla yürütülen genel kurulda konuşmanın başında her bir üyenin güvenliğine vurgu yapan Cumhurbaşkanı sistemin kurucularının imtiyazlı duruşlarına karşı söylem geliştirmiştir. Uluslararası sistemin adaletsizliği üzerine vurgu yaptığı bu bölümde, bu adaletsizliğin birini güvensizliğe itmesiyle herkesin güvensiz olma riskine değinmesi de yadsınamaz bir gerçekliktir. 

Öte yandan ‘’nükleer silahlar’’ ile ilgili vurgusu da uluslararası siyasetin çözüme kavuşturamadığı bir mevzudur. Nükleer silahlar ile ilgili olarak 1991 tarihinde imzalanan Start I anlaşması sonrasında kurulan yapının da sorunlu olduğu ortadadır. Barışı tesis etmenin yolu olarak yalnızca büyük güçlerin nükleer silahları elinde bulundurma çözümü bile bu durumun yarattığı adaletsizliğe bir ispattır. Önemli bir caydırıcı güç olarak kabul edilen nükleer gücün yalnızca büyük güçlerin elinde bulunması, büyük güç olma iradesinin devamlılığının sağlanmasından da bağımsız düşünülemeyecektir. Burada herkesin nükleer güce erişme girişiminin de beraberinde karşılıklı güç biriktirme riskinin sonu gelmeyecek bir hale gelme tehlikesi taşıdığını da söylemeliyiz. Öyleyse adaletli bir tavırla herkes için nükleer caydırıcılıktan uzak durma ilkesiyle hareket edilmesi gerektiğini ifade edebiliriz. 

Konuşmanın devamında Suriye’den, Akdeniz havzasına ve İsrail’e kadar uzanan konu başlıkları da bu minvaldedir. 

Ruanda, Somali ve önceki yazılarımızda ayrıntılı işlediğimiz Bosna olaylarında Birleşmiş Milletlerin yetersiz hatta seyirci kalması aslında bütün bu eleştirilerin o yıllardan beri devam ettiğine işaret etmektedir. Sistemin büyük güçler arasındaki dengeyi koruyarak kendi aralarında barışı tesisi etme gayretiyle inşa edildiğini görmekteyiz. İşte tam bu noktada ‘’Dünya Beşten Büyüktür’’ söyleminin temelde neyi ifade ettiği anlaşılmaktadır. 

‘’Dünya Beşten Büyüktür.’’ Sözlerinin o beş devletin dışında kalanlar açısından ne derece desteklendiği de tartışabilir. Bu sözlerin bugün uluslararası kamuoyunda hak ettiği desteği ve ilgiyi alamadığının farkındayım. Ancak böylesi büyük çıkışların bugün karşılık bulmaması sonraki yıllarda karşılık bulmayacağı anlamına gelmemektedir. Uluslararası İlişkiler lisans eğitimim boyunca öğrendiğim temel şeylerden bir tanesi uluslararası siyasetin sloganlarla sürdürülemeyeceğidir. Ancak temeli sağlam kimi çıkışların bugün için değil yarın için söylediğine de birçok kez denk geldim. Bu çıkışı da böyle görmekteyim. 

Diğer taraftan 16 yaşındaki Greta Thunberg’in konuşmasının bu kadar yankı bulmasını da önemli buluyorum. Öyle ki İsveç Parlamento binası önünde başlayan bir eylemin bu boyutlara gelmesinin başka bir açıdan değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yine Birleşmiş Milletler çatısı altında Birleşmiş Milletleri eleştiren bir çocuğun orada bulunma öyküsünü tesadüfle açıklayamayız. Konuşmaya katılıp katılmamak veya tutarlı ya da samimi bulup bulmamak ayrı mesele. Yalnız bu konuşma da Birleşmiş Milletlere ve uluslararası sisteme bir itirazı barındırmaktadır. Bu itiraza destek veren geri plandaki güçlere bakıldığı takdirde ise Birleşmiş Milletlerin bu şekilde devam etmesinin mümkün olmayacağını görmekteyiz. Bu çocuğu destekleyen güçlerinde mevcut sistemden rahatsız olduğunu söylemek mümkün. Greta’nın samimiyetini sorgulamayı doğru bulmuyorum. Ancak arkasındaki güçlerin pekte masum olduğunu söyleyemeyeceğim. 

Sonuç olarak Birleşmiş Milletlerin ve doğal olarak mevcut uluslararası sistemin revize edileceğini düşünüyorum. Ancak bu değişimde sistemin içerisinde kalan ‘’Ötekilerin’’ durumunun değişip değişmeyeceğinden emin değilim…