Bizim yaşamımızda işleri kolay yoldan halletmek,

Hemen bir çözümünü bulmak,

Sözüm ona evraka gömülmeden işi bitirmek,

Araya girerek,  ya da işi aradan çıkarıvermek,

Bir tanıdığı bulup kısa yoldan sonuca ulaşmak,

Hele bir ucundan başlamak,

Göçü yola çıkarıp, yolda düzmek, Her işi de bu düstura göre yapmaya çalışmak..

Projeyi sadece imzadan ibaret saymak,

Şeklen kanuna, yönetmenliğe uygun hale gelmek,

Projenin imza sahibi uzman, yürütenin yakın biri olması,

Düzmece projelerle iş yapmak!

İşin kopyasını yapmak,

Hemen daha önce yapılan bir işi prototip haline getirip kendi işimizi yapmaya çalışmak...

Zaten ruhumuzda var olan, 1960'dan günümüze bu işi uzunca yıllar ithal ikameci zihniyetle yaptık; amacımız önce ithal edip sonra onun yerine kendi teknolojimizi ikame edecektik!

Devlette de hep bu yolları kolaylaştıran insanları seçtik. Hatta büyük, büyük devlet adamlarımız, küçük küçük ricaları bir şekilde çözün talimatı vererek devleti yönettiler! Biz bunlara iş bitiriciler dedik!

Efendime söyleyeyim;

Bir fikri üretme, yapılabilirlik analizini yapma( fizibilite), projelendirme,  projeye göre uygulayıcılar bulma, uygulama ve sonuçlandırma gibi süreçleri küçümsedik, bürokratik işlem dedik. İşi hızlandırma ve maliyeti düşürme adına devasa projeleri, kalifiye olamayan ama bir o kadar da sözüm ona iş bitiren, belki de kısa vadede memnun eden ama uzun vadede işletmeleri, devleti uçuruma sürükleyen davranışları genel karakterimiz haline getirdik!

Belki zaman zaman, gerçekten acil durumlarda geçici çözümlerle başvurmamız gereken çözümleri, asıl politikamız haline getirdik!

Ne oldu?

Fiat'la anlaşma yapıp, Tofaş'la yıllarca üretim yapan, ülkemizin en güçlü holdingi Koç Holding kendi teknolojimizi mi üretebildi?

Ya da Ülkenin Milli Güvenlik Gücü Ordu'nun Oyak'ı ile yıllarca üretim yapan Renault, daha adını bile Türkçe koyamadığı otomobili üretirken hangi teknoloji ile milli katkı yaptı?

F16 Uçağını ürettik milli dedik,  uçuş kodunu, tabir caizse nikahını alamadığımız bir uçağa bizim diye oy toplamadık mı?

Yıllarca tekstil sektöründe dünya piyasasında söz sahibi olacağız diyoruz, üç yıla bir teknoloji değiştiren makinaların düzenli müşterisi olmaktan kurtulamadık,

Nükleer teknoloji ile milli teknoloji diye ülkenin dört bir yanında reklam yaptık, bilboardlar, televizyonlar, boy boy gazete reklamları, İnşaatından işletmesine, atık yönetimine kadar Ruslar yapıyor, Kanun koyucu biziz ama istediklerini kanuna koyduran onlar!

Üstelik onun da Çed raporu düzmece! O da hakkı ile alınamıyor! Bakanlar Kurulu ile düzülmeye çalışılıyor!

Tamam, geçiş dönemi için ithal ikame olsun;   olsun ama bizim de kendi teknolojimize geçelim! Kendi teknolojimize sahip olalım!

Devlet planlama plan yapardı, planı komünist işi diye bıraktık... Hiç bir planımız zaten tutmadı.

Delmek için Bakanlar kuruluna Kanun Hükmünde kararname yetkisi ile işi hallediverdik...

Düzgün tam teferruatlı,  kanun yapamayınca sık sık düzenleme ihtiyaç oldu... Bir şekilde çözme ihtiyacı, küçük ricaları karşılama ihtiyacı kanunları da hükümsüz kıldı!

Anayasa desen; ne iktidar ne muhalefet hiçbiri Anayasaya güvenmiyor! Güvenmiyor da mevcudun daha iyisini yapmaya da cesareti olan biri de yok!

İşi kolaylaştıran bir şekilde çözen zihniyet, sonuçta;

Ülkenin teknolojisini üretemedi, Siyaseti, ekonomiyi ülkenin stratejik kararları için değil, devleti; kendi şirketlerine musluk bağlamak isteyen gruplar, zihniyetlerin stratejik gücü olarak kullandılar.

Hâsılı ne ülkeyi, ne de bölgeyi ya da kendi şirketi, holdingi, stratejik güç olamadı!

Hızlı büyüdük, belki ama gelişemedik... Üstelik bu kısa devre çözümlerle başkalarının hakkını gasp ettik! Siyasetin ya da elimizdeki gücün zoruyla!

Halkın bu kadar şaşaaya rağmen ekonomisinin düzelmemesinin geri planı böyle organize oluyor da ondan

Ülkenin değerlerini varlıklarını, her şeyden önemlisi zamanını heba ettik!

Geride başarısızlıklarımızı bir analiz edersek, hesapsızlık, öngörüsüzlük, plansızlık, bir şekilde çözen yönetim anlayışı var!

Ne dersiniz 1 Kasım'da tercihimizi biraz bu konuları dikkate alarak yapsak uyanır mıyız?

Yoksa Üstad Sadık Gökce'nin deyimi ile uyumaya devam mı?