Ömrümden eksilen şu yaz vaktinin sonuna bir gönül serinliği gibi gelen eylüle yazmalıydım bu yazıyı. Böylelikle ilk cümlemin sonuna bir ihtiyaç eki iliştirmeyi eksik etmedim. Zira eylül en sevdiğim mevsimin muştusu, ben geldim deyişi, kapı çalışıdır. Bu ziyareti bardakta çabucak soğuyan çay, omzumda Selanik ilmekli bir şal, sandıktan çıkardığım örgü çoraplar ile karşılamak, yine öyle uğurlamak olmaz. İlle de birkaç kelam etmeli.

Şu katar katar giden kuşlara üzülmeli meselâ. Babama sormuştum küçükken, niye giderler diye. Yerli değiller, kızım demişti. Şimdi giderler ama yeniden gelirler… Böylelikle kuşların evi olmamasına üzülmeyi akıl etmiştim ilk kez. Hepsinin evimize sığabilme ihtimalini hiç değilse bir kere düşünmüştüm. 

Her eylül, gelişi bu anıların yâdıdır bana şimdi. Günlerin kısalışı, yaprakların baş üstünden inip ayakaltına serilişi, bu mevsime bir kez daha kavuşabilecek miyim diye aklıma sevimsiz soruların gelişi…

Devrik cümlelerin, -mişli zamanların aklımdan çıkmayışıdır eylül. Hani benim şehrin duvarlarını kâğıt diye gördüğüm, ebru diye gelincikleri menekşeleri sevdiğim, hat diye annemin ellerini öptüğüm zamanlar. Bu güzellikleri ve daha nicelerini en çok eylülde hatırlayışım, bu ayı daha çok sevişime sebeptir hep. Geldiği vakit uzunca şiirler yazmayı artık bıraktığım, benden çok evvel yazılmış olan şiirlerin satır aralarına cümleler bıraktığım kitaplarımın soluklanma yerlerine kuru yapraklar sakladığım aydır eylül. 

Bu vakitten sonra, evvel buhur-u meryemler çıkar sokaklara, sonra erkence açmış kasım çiçekleri, çuhalar, nergisler ve şebboylar… En çok böyle cümlelerin sonuna eklemeyi severim üç noktayı. Bilirim daha niceleri vardır yazabileceğim ve okuyucunun bilebileceği. Ve bu ayın bana bilinen her aydan daha güzel geldiği gerçeği. 

Böylece bitiriyorum eylüle olan güzellememi. Ne kadar yazarsam yazayım eksik kalacağım bilinciyle.