Teknoloji geliştikçe insanları kendi içine daha çok hapsediyor. Teknolojinin her bir adımında sosyallik bitiyor, asosyal bir hayat tarzı ortaya çıkıyor. 

Her biri bir diğerinin kopyası gibi olan yaygın televizyon kanalları şimdilerde yeni yayın dönemine giriyor. 

Yeni yayın döneminde ne olup ne bittiğini merak bile etmiyorum.

Çünkü biliyorum, yeni yayın dönemi demek eski dizilerin yeni sezonları veya yeni dizilerin yayına sürülmesi demek...

Televizyonları bilgi vermek, eğitmek, haber vermek, eğlendirmek gibi pek çok amaca hizmet ediyor. 

Darbe girişiminin yaşandığı dönemde birçok yaygın televizyon kanalı yayın akışını bir anda alt üst edip, tamamen habere yönelmişti. 

Bu tavırları ile belki ülkede olup bitenleri umursamayan bir kısım umarsızı sıktılar ama toplumun genelinde takdir topladılar. 

Sonrasında ise yeni yayın dönemi geldi. Bununla birlikte az önce bahsettiğimiz diziler bir bir yayın hayatına başladı. 

Dizi çöplüğüne dönüştü televizyon kanalları. 

Ben pek fazla televizyon izlemiyorum bu yüzden. Çünkü kumandayı alıp şöyle bir zaplayım dediğinizde hangi kanalı açarsanız, karşınıza bir dizi özenti çıkıyor. 

Bir dizi özenti, evet...

Sanki aynı kalemden çıkmış gibi senaryoları...

Neredeyse hepsi birbirinin aynısı...

Bir aşk hikayesi.

Baş rol adı altındaki esas kız ve esas oğlan...

Olaylara baktığınızda aldatanlar, aldatılanlar, sevenler, sevilenler boynuzlananlar, boynuzlananlar vesaire...

Bununla da sınırlı değil tabi ki.

Dizilerde insanlara sunulan hayat tarzı, olması gerekenden de olandan da çok uzak. İnsanları zorla kendi sundukları hayat tarzına yönlendirmeye çalışıyorlar. 

Lüks binalar, son model araçlar, zengin mi zengin iş adamları...

Gerçek hayatta karşımıza neredeyse hiç çıkmayacak şahıslar....

Ne günlere kaldık.

Hayalini bile kuramayacağımız şeylerin hayalini zorla kurdurtmaya çalışıyorlar. 

Hayal kurmak iyidir güzeldir de birilerinin dayatmasıyla, toplumun genel geçer kurallarının dışında ve ahlaki olmayan bir şeylerin hayalini kurdurtmaya çalışmak, diziler yoluyla insanları doğru yoldan uzaklaşmaya sevk etmek ne kadar doğru, varın siz söyleyen a dostlar...

Bir de silah...

Ölenler, öldürülenler, yaralananlar, kavgalar, mafya hesaplaşmaları...

Dizilerde insanlara sunulan senaryonun gerçek olmadığını bilsek de onun gerçekliğine kendimizi inandırıyoruz. 

Geçtiğimiz sezon Hüsnü komiser ölecek mi yaşayacak mı konusu, o dönemdeki gündemin ötesine geçmeyi başardı resmen. 

Sadece dizilerle olmuyor, magazin programlarıyla dizilerin verdiği mesajlar destekleniyor. Bu özentilerin doğrudan sonuçlarını günlük hayatta görüyoruz ne yazık ki.

İnsanlar artık bellerinde bıçak, ellerinde sopayla geziyor. Kimileri de emaneti (bıçağı) üzerlerinden hiç eksik etmiyor. 

Sonra kaşlar çatılıyor, yürüyüşler bile değişiyor. 

Rol model olarak alınan dizideki hayali karakter gerçek hayatta vücut buluyor. Dizide öldüren en güzel öldürüyor, ölen de en güzel ölüyor. Bu sayede onlar para kazanıyor. 

Ölen ertesi gün başka bir dizde yerini bulurken, öldüren hapis yaşamıyor. 

Bunun gerçek hayattaki boyutunda ise biri mezara, biri kodese...

Tıpkı dün, Konya'nın göbeğinde, Zafer'in orta yerinde olduğu gibi...