CHP genel başkanı,  Milletvekili Enis Berberoğlu  tutuklanınca, grup toplantısında; "Yarın Güven Parkta elimde Adalet yazan pankartla Ankara’dan İstanbul’a yürüyeceğim"   demesiyle, bu yürüyüşü izlemeye başladım.

Merak ettim.

Sorguladım.

Her gün bir çok şehirde sağlıklı yaşam için günde ortalama 8 km yürüyen birisi olarak yürüyüş fikri çok hoşuma gitti, izlemeye başladım.

Gittiğim her yerde, yürüyorum. Yürüyüşüm sadece spor için değil. 

Doktorum dediği için yürüyorum. Sağlıklı olmak için.
Yürüdükçe sağlıklı yaşlanmak için  yürümeye başladım.

Aslında yürüyüş her zaman içimde bir özlemdi. Ama bir türlü başlayamıyordum. Çeşitli bahanelerle hep erteliyordum.

Hep bir şart koşuyordum . Deniz kenarı bulursam yürüyeceğim. Orman bulursam yürüyeceğim. Bu ortamları hayal ederek zaman geçiyordu.  Elbette böyle yerler bulduğumda yürüyordum ama diğer zamanlarda  yürümüyordum.
Bazen yoldaşsızlık, bazen şehir ortamı, bazen soğuk, bazen güneş bahanem oluyordu.

Değişik kentlerde yürüyüş gruplarının yürüyüşlerini sosyal  medyadan paylaşmasını ilgi ile izliyor, imreniyordum, ama bir türlü katılma  fırsatını oluşturamadım.

Neyse ki, doktorumun  tavsiyesi ile yürümeye başladım. Belki önce yürüseydim doktorumun tavsiyesine gerek kalmayacaktı.

İşte zorunlu da olsa başladım, düzenli yürüyüşlere.

Önceleri belirli bir güzergahta yaptığım yürüyüşü sonraları keşfe dönüştürdüm. 

Bulunduğum bölgenin bilmediğim yerlerin, keşfi.

Mersin’de Kozaklı’da , Konya’da şimdi de Gaziantep’te.

Araçla şehri gezerken fark edemediğim bir çok güzelliği fark etmeye başladım.

Şehrin kültürünü, alışkanlıklarını, tarihini, kurulumunu, hatalarını, güzelliklerini derken o şehirde yaşayandan daha fazla  şehirli olmaya başladım. Yürüdükçe şehir benim oluyordu, ben o şehrin oluyordum.

Güneşin şehir üzerindeki hareketi, rüzgarın yönü, yağışını hissediyordum.

Konya’nın Meram ilçesinin tamamına yakınını, diğer ilçelerinin bir kısmını sokak sokak tanımaya başladım, mesela.

Şehrin kuş sesleri, güzel kokuları, insanları eşliğinde yaşamın içine karışıyordum.

Yürüdükçe ,bize modern toplum tarafından dayatılan evden işe, işten eve, televizyon sosyal medya girdabından çıkıp yaşama dönüyordum

Yürüdükçe artık hava şartları , mekan fark etmez oldu,.Yürüyüş , yürüyüş olmaktan çıktı, bir keşfe dönüştü.Bir ihtiyaç oldu. Bilgi birikimi, görsel öğrenme, yaşamı hissetme gün geçtikçe beni kendine çekiyordu.

Önce Silifke Yeşilovacık’ta gençliğimin doğal yaşamına döndüm. O yaşlarımda doğayla iç içeyken yaşadıklarım bilinç altından çıkıp yeniden canlandı.
Unuttuğum doğal yaşam becerilerimi hatırlamaya başladım. Kendim oluyordum.

Sonra kendi sınırlarımı da öğrenmeye başladım. Önce nefesim açıldı daha uzun soluklu yürümeye başladım.

Yürüdükçe, nefesi düzenli olarak alıp verdikçe Yaşamın bir Nefes olduğunu çok daha iyi idrak ettim.

Gücümün sınırlarını, bilgim sınırlarını zorlamaya başladım.

Bir taraftan okuyor, bir taraftan yazıyordum ama yürümeye başlayınca, yürürken  yazılarımı tasarlamaya başladım. Yaşamı yeniden tanımlamaya ve tasarlamaya başladım.

Yürüyüş bir muhakemeye dönüştü, tefekkür haline gelmeye başladı. 

Bir nevi kendimle muhabbetin kapıları aralandı.

Yanlışlarımı, doğrularımı, bildiklerimi, bilmediklerimi  düşünüyordum. İçsel konuşma  derinleştikçe her şey yeni fikirlere kapı açıyordu.

Kızgınlıklarımı sakinleştiriyor, kırgınlıklarımı affediyordum.  Hafifliyordum.

Dualarım genişliyor, derinleşiyordu.

Böyle bir halde Ülkemizin kurucu partisi CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçtaroğlu’nun yürüyüş kararı alması elbette ilgimi çekti.

Adalet için yürüyeceklerdi.

Çok güzel bir yürüyüş olabilirdi.  Süreci izledim. Düşündüm. Bir  yavanlık vardı .

Güzel bir niyet vardı ama kalbim pek inanmak istemedi.

Kendime sordum neden?

Bulunduğumuz konjonktür mü? Hayır başka bir şeydi.

Yürüyüş  inanışla başlamalıydı. Bu çok ani oldu.

Tıpkı Sayın Kılıçdaroğlu’nun aniden  Genel başkan olması gibi.  

Adalet için yürüyorlardı, ama 1997 yılında Adalet baklanı Moğultay, SHP İstanbul  kongresinde;  ben milliyetçileri hakim savcı yapacak kadar aptal değilim sözü aklıma geldi.

Sabih Kanadoğlu’nun önderliğinde 367 vakası ile Cumhurbaşkanı seçimini engellemeleri aklıma geldi.

Mecliste ikna  çabası yerine engelleme  davranışları aklıma geldi.

Baş örtüsü vakası, 

Laiklik tartışmaları,

Orduyu göreve çağırma girişimleri,

Bütün bunları düşününce ; dedim ki bu  ve benzeri sebeplerden dolayı bu yürüyüş  içi boş geçiyor.

Atatürk’ün  Samsundan başlattığı kurtuluş savaşında halkı peşinden sürüklemesi,  İttihat ve Terakkiye katıldığı andan itibaren önce milletin bekasını düşündü. Bu uğurda  yol arkadaşlarına karşı gelmekten vazgeçmedi. Osmanlı subayı olarak Şam’da, Trablusgarp’ta, Çanakkale, Bulgaristan’a sürgün edilmesinde hep kafasında milletin istiklali ve istikbali vardı

Bu uğurda her şeyinden vazgeçmişti.  Kendi inanmıştı, milleti de inandırmak için bu yolda yürüyüşünden asla taviz vermedi.

İşte yürüyüş derken düşünmeden edemedim.

Marlo Morgan, Avustralyalı yerliler Aborjinlerle yaptığı yürüyüşü anlatan Bir Çift Yürek romanı aklıma geldi.

Yürüyüşe başlayabilmek için önce her türlü ruhsal, fiziki, maddi manevi sahip olduğu şeyleri bırakıp kalben yürüyüşe katılmayı kabul edeceksin. 

Bunu başardı da. Belki de binlerce yıllık ilkel bir kabilenin birikimlerini, deneyimlerini paylaşarak evrenle yeniden senkronize oldu. Doğanın gücü ile bireysel varlığı uyumlu hale geldi. 

Yürüyüşü başlatmak, bir umut olabilmek için önce kendimizi gözden geçirmeliyiz. Sahip olduğumuz yargıları, değerleri bakış açılarını güncellemeli, özeleştirimiz yapmalıyız.

Kendi sınırlarımızı keşfedip sonra toplumun sınırlarını keşfetmeliyiz.

Toplumun yapısına uyumlu bir politik  kulvar oluşturacağız. 

Yani yürekten bir yürüyüş ve katılım bekliyorsa CHP öz eleştirisini yapmalı.  

Tıpkı Bir Çift Yürekte olduğu gibi, halkın CHP’nin yürüyüşünü kabul edebilmesi için maddi manevi, fiziki, bakış açısı ve alışkanlıklarını gözden geçirmeli.

Atatürk’ün partisiyiz demek yetmiyor, Atatürk gibi olmak lazım.

Atatürk hiçbir üstünlük görmeden o zamanın halkını milli mücadele yürüyüşüne ikna etti, halk da yüreğinin baş köşesinde onun liderliğine inandı.

Belki böyle bir misyon oluşturulsa, muasır medeniyet seviyesine giden yolda bu millet CHP ile değil İstanbul’a uzaya bile gider.