Son dönem ruhsuzluğumun ardında, bütün gerçekliğimi yerle bir edecek bir buhran dalgasının kabardığını hissediyorum içten içe. Dışardan bakıldığında acemi bir bilgeliğin sakinliği olarak algılanan ruh halim, ahlaksız kabullenişimi, kabullenemeyişimin sancısını taşıyor.

Günlük yaşama egemen olan korkunç hoyratlıktan daha fazla törpülüyor, bu manasızlığın olağanlık olarak dayatılması. Asıl meşgalesi ızdırap çekmek olan, boş zamanlarında hayata karışanlar iyi bilir ne demek istediğimi...

Bir çocuk masumiyeti değildi aradığım. Üzerinde uzlaşılmış hayallere razıydım. Dün itibari ile, hayalimiz sandığım şeyin birkaç kişinin samimi heyecanının bir kesim tarafından kabul görmüş hali olduğunu fark ettim. Yanılmışız, Allah affetsin.

***

Uzunca bir süredir dilimiz varmasa da hissediyorduk olacakları. Sözümüz bitmiş, hayalimizin ilk heyecanına geri dönebilmek için, o hayale ait olmayan metotlardan medet umar hale gelmiştik. Bu neyin hayal kırıklığı peki? Başaramamanın mı? Hayır! Nadide heyecanların, dayatılan iğrenç hoyratlık karşısındaki çaresizliğine...

Çünkü koşarken düşmenin, şefkat doğurduğu zamanlarda değiliz artık.

***

Dün, uçuruma sürüklenen bir trenden atlayıp kurtulma planımızın çöpe gittiği bir gün oldu. Şimdi büyük bir çaresizlik ve korku ile yerlerimize dönerken, gördüğümüz korkunç sona inanmayanların alaycı bakışları altındayız.

Ne treni durdurmak mümkün ne de yeniden kaçış planı yapabilecek inanca sahibiz. Bütün bunlara rağmen uçuruma düşecek olmanın korkusundan daha baskın, diğerlerinin algısızlıktan kaynaklanan rahatlığına duyduğum kıskançlık. Ne vardı yani, fark etmeseydik olacakları?

***

Alelade bir kâğıda, düz bir pilot kalemle yazılmıştı plan. Kimileri basit ve sıkıcı buldu bu cendereden çıkışın anahtarını. Türk futbolunun korkunç bir sona gittiğini, bu hal ve alışkanlıklar ile bugün sıkıcı bulunanın, yarın hayal bile edilemeyeceğini, harekete geçmemiz gerektiğini anlatmaya zamanımız yoktu. Tek umudumuz planın işlemesi durumunda onların da farkına varmasıydı.

Olmadı…

***

Kendimden başka kimseye kızgın değilim. Suçlu aramıyorum. Suçlu aramanın durum tespitinden, nerede hata yapıldığını anlama ihtiyacından olmadığını, içgüdüsel ve ilkel bir mücadelenin aparatı olarak kullanıldığını fark ettiğimden beri suçlamanın da samimiyetine inanmayı bıraktım.

Bilememişiz. Allah affetsin…

***

Şimdi bu huzursuz yolculuğa, söylenecek sözü, harekete geçecek eylemi olmadan tahammül etme zamanı. Kara tren gecikecek belki ama mutlaka varacağına varacak. İtirazları duymamak için treni olabildiğince hızlandıranların, gidişatı durdurma ihtimalinde oluşacak dinginliğe ve kulak çınlamasına tahammül edecek güçleri yok çünkü.

***

Dönüp geriye baktığımda, besleyeni utandıracak bir saflık, samimiyet ve heyecandan başka bir şey belirmiyor önümde. Bunun basit bir çaba olmadığını, bir varoluş mücadelesi verilmesi gerektiğini anlatamadık. Kişilerle ilgisinin olmadığını, mevcut reflekslerin, arzuların bu güzel oyunu karanlığa sevk ettiğini, tüketme halinden üretme haline geçişin gerekliliği ifade edemedik.

Bu olmadığı gibi ‘Hadi yap da görelim’ tarzındaki hafif aşağılama içeren, bıyık altından gülmeli, desteksiz hatta başarma ihtimalini çaktırmadan gölgeleyen, sorumluluğu da değerlendiremedik. Şimdi o çok bilmiş kofluğun sattığı cakayı yüksek fiyattan edinme zamanı.

***

Sanırım bir özür borcumuz var, haddimizi aşan hayallerimiz nedeniyle. En önemlisi de başaracağımıza inandırdığımız ince ruhlara bir özür borcumuz var.

Bu kadim hoyratlık karşısında cesaretlendirdiğimiz yüreklere çaresizce kabulleniş dışında verebileceğim bir şey olsun isterdim. Lakin yok. Doğrunun iktidarında kişisel edinimler olmuyor maalesef.

Edinemedik, dostlar affetsin…