Ölüm, inananlara göre bir son değil bir başlangıçtır. Yeni bir başlangıç, yeni bir yaşamdır.  Önemli olan bu yeni başlangıcın nasıl ne şekilde başladığı ve dam edeceğidir. Kimine göre bu başlangıç son başlangıcın önü kimine göre de sonudur.

Son başlangıç ise sonuçsuz başlangıçtır. İnanç fukarası olan insanlar bilselerdi fakirliklerini tüm nimetleri ellerinin tersleriyle iter inanmak için kendilerine verilen hayat sona erdikten sonra inanmak için yeni, sonra yeni bir hayat daha isterlerdi… 

Asıl fakirliğin inançsızlık olduğunu kaç kişi anlayabilmiştir ki o güruhtan. Onun için demiyor mu yaradan: onlar “kör, sağır, dilsizdirler” diye.  Evet, gerçek körlük, sağırlık ve dilsizlik; görülmesi gerekeni görmemek, duyulması gerekeni duymamak ve söylenmesi gerekeni söylemektir…

İnanıp inanmamak, görüp görmemekte, duyup duymamakta insanın yedi kudretinde olmadığına göre asıl soru Yunus’un;

Beni bende demen, bende değilem

Bir ben vardır bende, benden içeru.

Dizelerinde dediği gibi, gördürmeyen demi yoksa görmeyen de mi, duymayan da mı yoksa duydurmayan da mı, konuşmayan da mı, yoksa konuşturmayanda mı sorumluluk?!..

Sorunun cevabı yaradılış sırrında gizlidir. Hiç kimsenin doğruyu bulma, yaratıcının takdirinde gizlidir şemsiyesi altında kendisini serinletemez. Çünkü insana bu melekeleri veren yaratıcı aksesuar olarak vermemiştir. Gerçeği görmek için verilen gözler kapatınca görmeyecek, kulak duymayacak, lisan konuşmayacaktır.

Dünya hayatın bir ekin tarlasından farksız olduğunu düşünelim. “ne ekersen onu biçersin” atasözünü hatırlarsak varmak isteyene varmak hiçte zor olmasa gerek. Dünya yaşamını bir oyun ve oynaştan ibaret sananlar, büyüdüklerini görmeden gidince bu gezeğenden paşmaklıklarının fayda vermediğini anlayacaktırlar elbet…

Aslolan oyunun uzunluğuna kanmamaktır. Hiçbir oyun sonsuz değildir. Bizim oyun olarak gördüğümüz bu ilk yaşam aslında diğer yaşamların nüvesi çekirdeğidir. Ektiğimizi biçmenin, hasat’ın zamanı, tohumumuz ve tarlamızla sınırlıdır… Bu sınav arenasında verdiğimiz veya vermediğimiz sınavın neticesi ikinci ve sonsuz yaşamın tek belirleyicisidir.

İkinci yaşantımız bekleyiş günlerimizdir. Üçüncüsü yaşantımız ise sonsuzlukta rahata kavuşmak ya da bir daha sınav hakkına tabi tutulmadan ilk yaşantımızın hiçbir safhasında olmadığı kadar azaba duçar olmaktır…

Dünya oyunun rövanşı topraktan gelerek toprağa dönme, bedenin ya yeni bir bünye içinde huzur ve refahı yâda azap ve yok oluşudur…

İdrakine muktedir olarak yaratıldığımız bu oyunda idrak melekelerimizi zaman kaybetmeden harekete geçirmek, en küçük canlının veya cansızın bilinciyle bilinçlenmektir. Her zaman olduğu gibi son pişmanlık hiçbir zaman fayda vermeyecektir…

Ruhun bedene bir suyun nüfusu, güneşin aydınlığı ya da tasavvufun güle suyun sirayeti gibi olduğu görüşünü düşünenler asıl maksadı anlayan kişilerdir. O su, o ışık, bedende kaldığı sürece varlık olacak, yok oluşu da varlığın sonunu getirecektir…

Bekleyiş sonun başlangıcının başlamasınadır. Bu bekleyiş kimine göre uzun sonsuz gibi dururken kimine göre de anlık bir rüya mesafesindedir. Ampul kırılmakla elektrik akımı yok olamayacaktır. Sağlam ampül takıldığında elektriğin olduğu yeniden anlaşılacaktır. Bedenden çıkan ruh, yeni bedende tekrar görevine devam edecektir…

Bu dünyadan ikinci yaşama gidenlerin bekleme süresinin uzun olması ya da yakın olması yaratıcının adaletinden hiçbir şey eksik etmez. Süre güzel sonucu beklerken çabuk geçecek, kötü sonu beklerken uzun sürecektir. Kötü rüyalar uzun iyi rüyalar kısa sürelidir…

Bekleme yerinde çok bekleyenlerle – bizce- az bekleyenler arasında da bir haksızlık olmayacaktır. Azabın şiddeti ya da refahın rehaveti aradaki açığı kapatacaktır. Ancak bekleyişte yaşanan sevinç ve keder son yaşamda yapılan hesaptan düşülecek, artı olarak eklenecektir…

Madem yaşamın ilk safhasındayız, bizce çok uzun sayılan bu yaşantının sandığımızdan daha kısa olduğu buyruğuna kulak asmalıyız. Zira gerçek oyuncu O dur.  Kuralları ancak o koyar ve o sonuçlandırır.

İnanmak ya da inanmamak onun mutlak hâkimiyetinde olmasına rağmen, inanma veya inanmama konusunda efor sarf edenlerin emeği boşa çıkamayacak, her kişi vermiş olduğu çabanın karşılığını görecektir…

Hareketlerimden, doğruyu ya da yanlışı görmemeden yaratıcı sorumluğuna sığınmak, kolaycılığa kaçmak ve kendin kendini aldatmadan başka bir şey değildir. Emeğin ve sayın karşılığı zayi olmayan tek yer, insanın ve tüm canlı ve cansızların yaradılışının tek sahi olan hâkimi mutlaka aittir…

Unutmamak gerekir ki zayıf ve yetersiz aklıyla bir oyun kurduğunu düşünenlerin bir oyunu varsa onları yoktan var edeninde bir oyunu vardır elbet.  O’nun oyunu,  tüm oyunların üstünde ve tüm oyunları er ve geç yokedeci nitelikte ve kudrettedir.

Dünya oyuncularının oyunu geçici, dünyalık gerçek oyuncunun oyunu da sonsuz ve ebediliktir. Yaratılmışların arasında, iyi de yarış olunca anlamlı ve ehemmiyetli, yaratılmışla yaratıcı arasında olunca kof ev anlamsızdır. İyi de erdemde yarış refaha, kötüde yarış ise dalaleti götürür...

O adil ki dalalette olanların bile yanlışlıkla yapmış olduğu iyiliği karşılıksız bırakmayacak, iyilikte yarışta yapılan hataları sevaba çevirecektir… İnsanlık için yapılan hiçbir şey karşılıksız kalamayacaktır. İyilik uğruna çalınan kapılardan sızan nefret sevgiye dönüştürülürken, kötülük adına çalınan kapılardan sızan iyilik kötülüğe dönüştürülmeyecektir…

Bu ilk yaşamı sonsuz yaşam sanarak hayatını pervasızca yaşayanların hatada olduklarını anlamaları çok uzun sürmeyecektir. Kötü rüyalar ne kadarda uzun sürerse sürsün onun uzunluğu rüyaya görene göredir. İyi rüya görenler zamanın ne kadar kısa olduğun anlayacak, biraz daha uzaması için zaman dilenmeye yeltenecektir…

Dünyada hiçbir şey hesapsız, kitapsız değildir. Bir ulaşım aracının içindeki edevatın hiç birinin boş olmadığı gibi. Bununla beraber, insan aklının yapıtında noksanlık hiç eksik olmazken, insanı yapan usta, onda hiçbir noksan bırakmamıştır. Onunla birlikte tüm yaratılmışların hesabı en ince teferruatına kadar düşünülmüş mükemmel bir şekilde dizayn edilmiştir…

Eksik insan, bu eksikliği görmeden anlamsız hayatını sürdüre dursun, derin uykusundan uyandığında geçen zamanın ne kadar kısa olduğunu anlayacaktır. Uzun işkence seansları aslında kısa, uzun sürmesini arzu ettiğimiz mutluluk anları da hiç yaşanmamış gibi olacaktır…

Zaman ve mekân mefhumu yufka anlayışlarımızla sınırlıdır. Gerçek zaman ebet olan zaman, gerçek mekânda aklımızın alamayacağı kadar sonsuz ve sınırsızdır. Sınırın sınırı, insanının aklıyla sınırlıdır. Sınırlı yaratılmak, sınırdan ötesini görmemekten maada başka bir şey değildir…

Gerçek hayat, dar ufuklar, dar görüşler, sınırlı akıllarla sınırı çizilen değil ondan ötede başlayan hayattır. Sonsuz hayata geçişin ilk durağı olan bu yaşam, inananlar için diğer yaşamlara hazırlanmanın sınav sahnesidir. Bu sahneden yüzünün akıyla geçenlerde hayat, esas ve mana ve değerine kavuşacaktır...

Adl üzere kurulan bu sınav arenasında hiçbir iltimas olmayacak, siyah taşın üzerinde zifiri karanlıkta gezen karıncanın hakkı yerde kalmayacaktır. Bu çetin sınava hazırlanma bilinciyle yaşayan insanların gerçek yaşamı henüz başlamamıştır…

Sona geçişin ilk aşaması olan bu âlemle sonsuz âlem arasında geçen süre, her canlı için aynı adaletle tecelli edecektir. Kimse bu sürenin uzun ve hakkaniyete aykırı bir şekilde geçtiği iddiasında bulunamayacak hakkı yendiğini iddiasın da bulunarak hak iddia edemeyecektir…

Böylece sonsuz yaşama geçerken verilen molada, ikinci yaşamda geçen sürede de, hak bi hakkın tecelli edecektir. Önceden bu dünyadan gidenlerin; kimilerinin azap, kimilerinin de refah içinde olduğu ikinci yaşamda geçen süre ile sonradan bu âleme intikale edenler arasında adaletsizlik olduğu görüşü zaman mefhumu ortadan kaldırılarak tecelli edecektir…

Zira önce gidenlerin zahmetli bekleyişleri, sonsuz yaşamlarında çekecekleri zahmetten düşürülürken, sonraki gidenlerin bu hayatındaki eziyetleri katmerli olarak çekildiği için aradaki haksızlık ortadan kaldırılacaktır.

Sonsuzluk âlemine geçişte kiminin huzur ve refah, kimini ise azap ve ıstırap içinde bekledikleri âlemin adıdır berzah…