Tarih 27 Temmuz 2020. Geçen haftanın ilk mesai günü.

Gerçi ben emekli birisi olduğum için mesainin ilk günü olması beni çok da ilgilendirmiyor ama emekli olsam da resmi olarak gördüreceğim işlerim benim de var. Bu nedenle “haftanın ilk mesai günü” tabirini kullandım.

Bu yıl üniversite sınavlarına giren oğlum Serdar Ramazan; “baba sonuçlar açıklandı, sıralamam da şu şekilde gerçekleşti” diyerek uyandırdı beni.  Açıkçası, sıralaması beni çok da tatmin etmedi. Durumdan memnun kaldığımı söyleyemem.

Pandemi süreci onu çok etkilemişti. Çok düzenli bir çalışma içindeyken, bu düzenin Pandemi nedeniyle bir anda bozulduğunun farkındaydım. Zaman zaman kendisine ders çalışma konusunu hatırlatsam da Pandemi öncesindeki performansını asla göremiyordum. Buna rağmen bunu bir mazeret olarak görmediğim için ve kendim de bir psikoloji uzmanı olmadığımdan dolayı bir baba olarak sitemkâr sözlerime muhatap ettim onu. Aslında bu konuda çok da “diktatör” bir baba değilim. “Bu yıl olmazsa seneye olur” diye de kendisini teselli etmeye çalıştım. Bütün bunlara rağmen, istediği bir bölüme kaydını yaptırır inşallah.

Anlatmak istediğim ve bugün yaşadığım asıl konu bu konuya bağlı mıdır bağlı değil midir onu da inanın bilmiyorum

Şöyle ki;

Ramazan Serdar ehliyet alma yaşını yeni doldurdu ve daha yaşını doldurduğu gün sürücü belgesi almak için müracaat edip süreci de tamamladı ve belgeyi de aldı. Belgeyi aldığından bu yana, 15 yıldır bir parçam olan 99 model aracımdan beni neredeyse ayırdı. Ama ne yalan söyleyeyim ki araç da kendine geldi bu zaman zarfında. Artık eskisinden daha pırıl pırıl ve temiz görünüyor. Sürekli temizliyor onu. Dün yine birkaç saat aracın temizliğiyle uğraşmış...

Saat 13.30’da bankaların açılma saatini bekledim ve aracıma binip evden ayrıldım. Büyükşehir Belediyesi civarında bir yere park ettim ve bankada işlerimi bitirip eve geri döndüm.

İkamet ettiğim sitenin genellikle ön tarafına park ediyorum aracımı. Yine aynı tarafta bir adet park yeri boştu.  Oraya park ettim. Ancak bu park yerinin üzerine denk gelen bir ceviz ağacı var ve ceviz ağacının yapraklarından  sürekli olarak altına yapışkan bir madde akıtıyor.. Aklıma bu konu geldi ve “Aracı buradan alıp arka kısma Serdar Ramazan’ın park ettiği yere götüreyim  yoksa aracı bu ceviz ağacı yeniden kirletir ve sabah sınav yüzünden sitem ettiğim oğlum bu defa araç yüzünden benden rövanşı alabilir” diye düşündüm.

Park ettiğim yerden çıktım ve binanın hemen arkasına aracı çarşıya giderken çıkardığım yere yeniden park ettim. Kontağı kapatmamla birlikte arka kısımdan gelen bir patlamayla irkildim. Kısa bir süre şok geçirdim ve araçtan indim. Aracın hemen arka kısmında yerde bir çerçeveli sineklik teli duruyordu. Gözüm önce ona ilişti ve daha sonra da aracın arka camına takıldı. Arka büyük cam tabiri caizse “tuz-buz” olmuştu.

Binanın katlarına göz gezdirmeye başladım.  Bir kız çocuğu pencereden bakıyordu. “Amcam sen mi düşürdün?” diye sorar sormaz geri çekildi ve biraz sonra babası balkondan göründü ve “Tayyar Abi benim camlarda sineklik yok” dedi ve yanıma geldi. Bu arada ben sinekliğin çerçevesinde bir marka veya işaret bulunup bulunmadığını kontrol ederken yukarılara tekrar göz gezdirdim.

Kendim yedinci katta oturuyorum. Oturduğum dairenin penceresinde yastık benzeri bir malzeme görünüyordu. Hanımı telefonla aradım. Telefonu Serdar Ramazan açtı.

“Oğlum oturma odasına git” dedim. “Geldim baba” dedi. “Pencerenin önünde ne var?” dedim. Yastık var baba” dedi. “Kim koydu? diye sordum “ben koydum” dedi. “Ne zaman?” dedim. “Bir saat falan oldu” dedi. “Sineklik var mıydı?” dedim “vardı” dedi. “Şimdi var mı?” diye sordum, “yok baba” dedi. “Pencereden kafanı uzat aşağıya bak” dedim. Baktı, aracın arka camı yoktu tabi. Hemen geri çekilip yanıma geldi.

Meğer sineklik, 54 daireli binanın yedinci katında bulunan benim daireden ve saniye değil neredeyse salisesi dahi ölçülü biçili bir şekilde ayarlanmış gibi hem de aracın arka camı ile bagaj kaputunun birleşim yerinden çeyrek santim farkla camdan yana hem de çerçevelerin birleşim yeri yani köşesi üzerine düşerek camı patlatmış.

Serdar Ramazan camı bir saat önce açmış. Rüzgar yok fırtına yok, sineklik bir saat beklemiş, ben bir başka park yerine park etmişim hemen anında park yerini değiştirip sinekliğin o anda düşeceği noktaya milimetrik yanaşıp park etmişim ve sineklik harekete geçmiş bana bu olayı yaşatmış...

Serdar Ramazan; “sen bana sabah sınav sonuçları hususunda kızarsan...” demiş midir bilmiyorum. Şu an yazıyı yazarken sordum ve cevap olarak;  “asla öyle bir şey düşünmedim baba” der demez tam bu anda mutfak tarafından orta şiddette bir patlama sesi duyuldu. Ben,  bilgisayarın başından, eşim, torunum ve oğlum oturma odasından kalkarak mutfağa doğru koştuk. Sağı solu aradık ve Serdar Ramazan’dan “eyvah!” diye bir ses duyduk. “Ne oldu oğlum?” dedim, “ben biraz önce dolabın buzluğuna bir soda şişesi koymuştum” dedi.

Buzluğun kapağını açtı ve yemyeşil cam parçaları, bembeyaz bir kar bulutu içinden tüm güzelliğiyle bizi karşıladı.

Telefonum çalıyor.

-Alo.

-Abi 23 üncü girişin asansörünün aynası kırılmış haberin olsun.

Eûzubillahimineşşeytânirracîm...