Düşünün. Sokaklar, meydanlar, esnaflar, okullar, camiler, sinemalar, alışveriş merkezleri, trafik, kreşler, şehirler, mahalleler, parklar, bahçeler, partiler, sendikalar, dernekler, devlet daireleri, özel sektörler, muktedirler, muhalifler, karakollar, mahkemeler, hapishaneler, tarikatlar, cemaatler,  televizyonlar, radyolar, gazeteler, spor kulüpleri, aileler, arkadaşlar grupları...

Velhasıl-ı kelam  insanlardan müteşekkil en büyüğünden en küçüğüne en yetkili olanından en etkisizine en büyüğünden en küçüğüne en kuvvetlisinden en güçsüzüne, erkeğinden dişisine, okumuşundan okumamışına, zengininden fakirine, işçisinden patronuna, memurundan amirine, öğrencisinden öğretmenine, çocuğundan anne ve babasına kadar her kesin her kesimin cansız bir beden ile seyri sefer ettiklerini bir düşünün bakalım.

Can; ahlak demek, vicdan demek, merhamet demek, sevgi demek, doğruluk demek, dürüstlük demek, adalet demek, izan demek, feraset demek,  yardımseverlik demek, şefkat demek, hoş görü demek, komşuluk demek, akıl demek...

Can; yaşam demek.

Bedenleri cansız birer varlık olarak düşündüğümüzde, çağımızda vitrinlerde reklam amaçlı duran mankenlerden farklı bir nesne göremeyiz. O mankenler üzerine bir düzenek kurup, elektriği de verdik mi o düzenek sayesinde yürüyebilirler, konuşabilirler, komutlarımızı algılayıp emrimize girebilirler. Bir çok işimizi onlara gördürebilir, hizmetkarımız yapabiliriz onları. Zaten günümüzde “robot” ismi ile bu tür hizmetleri gören bir çok makine de mevcut durumdadır. Savaş meydanlarında dahi bu makineleri kullanarak bir silah haline sokabilmekteyiz.

Şu an sosyal medyanın önemli bir bölümünde insan kılıklı milyonlarca beden dolaşmakta... Üzerinde “can” taşımayan bu insan kılıklı bedenler, dünyamızı yaşanmaz bir hale getirmek için var güçleriyle çaba sarf ediyorlar.

Yine düşünsenize... Bu cansız bedenlerde yukarıda tanımladığımız değerler bulunmuyor. Ahlak bulunmuyor, vicdan bulunmuyor, izan bulunmuyor, merhamet bulunmuyor, sevgi bulunmuyor, doğruluk, dürüstlük, şefkat, hoş görü, adalet gibi insana ait değerlerin hiç birisi bulunmuyor. Bunlar bulunmayınca da korku denilen insani duygu da gerçekleşmiyor. Bunun üstüne; kanunların, hukukun gerektirdiği müeyyideler ve toplumun ahlaki, inançların dini müeyyideleri de saf dışı bırakılınca, oluşan tehlikenin boyutları da ister istemez devasa büyüklüklere ulaşıyor. Bu “heyula” ile nasıl baş edilebilir ki?

Bir baba kızını öldürüyor. Birisi çıkıyor “namus” diyor, babanın işi temelden bitiriliyor. Baba katil olmuş, onun işi bitirilsin tamam. Geride kalan; anne, kardeşler, arkadaşlar, öğretmenler, tüm tanıdıklar tüm şehir tüm ülke, tüm dünya... Ya bunların durumları ne olacak? Ya bunların namusları ne hale düşecek?

Hakimlerimiz var savcılarımız var. Olayın gerçekliğini, nedenlerini ilmi verilere dayandırarak araştıran ve mutlaka bir sonuca ulaştıran kurumlarımız var. Onların hiç esamisi okunmuyor, gel gelelim “sosyal medya savcıları”, “sosyal medya hakimleri”, “sosyal medya cellatları”  kızımızın ahlakını, namusunu, gelmişini, geçmişini soyunu sopunu iki dakika içinde birkaç cümle ile ilelebet mahkum ediveriyorlar. Sonuç bu doğrultuda çıkmayınca da bu karakter yoksunları sus pus oluyor sanki hiçbir şey olmamışçasına; yiyip içmeye, gezip tozmaya, bir başka haberi “abuk subuk” bir şekilde yazıp çizmeye devam ediyorlar.

Ama hedefe koydukları insanlar kendilerini aklamak için belki de bir ömür boyu uğraş veriyorlar.

Bu nasıl bir ahlaksızlıktır? Bu nasıl bir vicdansızlıktır? Bu nasıl bir merhametsizliktir? Bu nasıl bir aymazlıktır? Bu nasıl bir akılsızlıktır? Bu nasıl bir insanlıktır?

Siyasette böyle, ticarette böyle, ekonomide böyle, vatan ve millet, milli ve manevi değerlerimiz söz konusu olunca böyle... Evet, böyle olursa huzur ne olacak? Mutluluk ne olacak? Geleceğimizin emin ellere taşınması nasıl olacak?

Bu algıları yürütenler bu yalanları söyleyenler canları acıtanlar; ülkemizin, milletimizin, insanlığın kanını emmeye daha ne kadar süre devam edecekler?

Bakar mısınız? Bir taraf bütün değerlerinize hakaret ediyor, küfürler yağdırıyor, en olmadık yalanlarla, düzenbazlıklarla, adiliklerle üzerinize geliyor ve siz edebinizi, namusunuzu, aklınızı ve dürüstlüğünüzü yani insanlığınızı kullanarak ona cevap bile vermiyorsunuz, veremiyorsunuz... O da zannediyor ki “ben haklıyım da onun için cevap vermiyor, korkuyor, tırsıyor, siniyor...”

Devletimiz elden çıkmadan, milletimiz ortadan kaybolmadan, insanlığımız avucumuzun içinden uçup gitmeden önce ne tedbir alınacaksa alınmalı ve bu işe artık bir son verilmelidir.

Önce “insanlık” sonra “müspet ilimler” eğitimi verilmeli.

Allah; milletimizi, vatanımızı ve tüm insanlığı bu tarzda kullanılan ‘sosyal medya belâsı’ndan  korusun inşallah.