İki bin yirmi yılının güzelliklerle gelmediği malûm!!! Senenin daha ilk ayından başlayan doğal afetler silsilesi artçıları ile devam etmekte… Buna müteakip beşer afetler de birbirini izlemekte… “Ne oluyor bize?” diye soru sormayı bırakalı çok oldu. Ahir zaman ümmetiyiz belli ki… Hatalarımız, yanlışlarımız var ki bunları yaşıyoruz.

Hata yalnızca yapılan bir işin akabinde beliren sonucun kötülüğünden meydana gelen bir durum değil… Gönlümüzün, İç dünyamızın, mahremimizin kirlenmesinden dolayı da oluşabilecek bir hadise…

“İki bin yirmi uğursuz bir yıl mı?” sorusunu soran, cevap arayan çok insan var. Cansız ve etkisiz bir şeyin kötülükleri ardından sürüklemesine inanmak ne derece doğru? Senelerin gelmesini kutlayan onlardan bir şeyler umanlar biziz.

Bize vaat edilen bir ikram yok. Mutluluk, güzellik, iyilik insanların kendi içlerinde gizli…

O kadar çok alışmışız ki güzel şeyler olunca benden ötürü, kötü şeyler olunca şundan, bundan dolayı demeye… Tabiri caizse içimizde bir put yaratıp ondan bir şeyler umuyor, düşlediklerimiz suya düşünce de kızıyoruz. Oysa inancımızın tek sahibini çok iyi biliyoruz.

Ayet-i Kerim’e de ne diyor; “Olur ki, hoşunuza gitmeyen bir şeyde sizin için hayır, yine olur ki hoşunuza giden bir şeyde de sizin için bir şer vardır.” (Bakara suresi 216. ayet)

Şunu kabul ediyorum: yaşanan olaylar bizleri çok üzüyor. Bir yönden de hüznümüz meşrulaşıyor. Korkuyorum ki bir zaman gelince mutlu olduğumuzda şaşırır olacağız!

İlk olarak Elazığ depremi… Yirmi dokuz kişinin beton molozların altında can vermesi… Yüzlerce kişinin yaralanması… Çocukların eğitimden mahrum kalması… Ve şehir halkı olarak psikolojik sarsıntının daha fazla oluştuğu bu insanların toparlanması epey zaman alacak.

Bunun sorumlusu deprem mi? Ülkemiz fay hatlarına sahip genç ve hareketli bir yer… Bunu hepimiz biliyoruz. Peki, neden sağlam binalar yapmıyoruz? Malzemeden kaçmak menfaatimizi okşuyor.

Daha sonra Van’da meydana gelen çığ… Kırk bir kişi buz gibi bembeyaz bir örtünün içinde hapsoldu. Onlarca kişi yaralandı. Yüreklere düşen ateş, dağın eteklerinden düşen kara engel olamadı.  Ülke olarak ikinci bir sarsıntıyı yaşadık kısa zaman içinde…

Suçlusu çığ mı? Biriken karın farkına varmadan hâlâ o yolun ulaşıma açık olması ne kadar doğruydu? O kadar can gittikten sonra patlatma yapılarak suni çığ ile bölgeyi tehlikeden kurtarmak sonradan aklımıza geldi. Çünkü öncesinde bununla uğraşmak, kendimize iş çıkarmak istemedik.

Daha sonraki olay ise doğal değil, beşer bir hadise… Konya’daki Kadir Şeker... Kadına şiddet gün geçtikçe artan, hiç kapanmadan kanayan bir yara haline geldi ülkemizde… Duyarlılık artsın, bunları yaşamasın kadınlarımız diye bas bas sosyal medyadan, televizyonlardan bağırdığımız halde daha da çok artış göstermeye devam etmekte…

Hepimiz böyle bir olayda yardımcı olmayı yeğlerken, birbirimize müdahale etmenin doğru olduğunu tembihlerken;  yardım eden bir gencin korku ve paniğinden dolayı kazara caniyi öldürmesinden dolayı onu yargılar olduk. 

Yine soruyorum; suç katil olan Kadir’in mi?

Adalet illaki yerini bulacak. Burada olmazsa ahrette kurulacak mahkeme hiçbir haksızlığa nefsi karar vermeyecek. Dünya bir yaşam tarlası… İyi ya da kötü mahsul elde etmek herkesin kendi vicdanı ve inanışı ile alakalı… Herkes ektiğini bir gün biçecek.

Peki, şimdi soruyorum, uğursuz olan iki bin yirmi yılı mı yoksa bunların nedeni bizim sorumsuzluğumuz, ihmalkârlığımız, menfaatimiz mi?

Düşünmek dileğiyle…