Soğuk hisler yaratan upuzun ve bomboş bir koridorun başında nerede olduğunu algılamaya çalışırken buldu kendini… Orada ne işi vardı? Hatırlamıyordu bile… Elinde bir oda numarası... Birini görmeye mi gelmişti yoksa bu numara kendine mi aitti?

Soruların eşliğinde bembeyaz fayanslarla kaplı zemini adımlamaya başladı. Sol tarafı yüksek beyaz duvarlarla örülü, ara ara ince koridorlara açılan yollarla doluydu. Sağ tarafı ise güneş ışınını bir vakum gibi içine çeken büyük pencereler ile kaplıydı. Bu pencereler inin cinin top oynadığı bir bina boşluğuna açılıyordu. 

Sessizdi! Kendi gibi, çevresi de suskundu. 

Elinde varlığını hissettiği kâğıda tekrar göz attı. 33 yazıyordu. Anlamaya çalışarak kaşlarını çattı. İçindeki hissin yönetiminde ince bir koridora girdi. Asker gibi yan yana sıraya girmiş kapıların üzerinde bu numarayı aramaya başladı. 

İlerlerken endişesi de artıyordu. Beynini korku ele geçirmiş, mantıklı düşünmesine engel oluyordu. Neşe ortada görünmüyordu. Onu, o yapan duyguları nereye kaybolmuştu? 

30… Endişesi ve merakı biraz daha arttı. Yan yana sıralı bu üç kapının sonuncusu aradığı odaydı. Ne ile karşılaşacağını tahmin etmeye çalışırken, birbirini kovalayan düşünceleri işgal etmişti beyninin en küçük hücresini bile… 

31… Üçün yanındaki bir rakamı ok gibi kalbine bir sızı saplamıştı. Yaklaştıkça kötü düşünceler esir almaya başlıyordu onu… Tahmin yürütmekte zorluk çekiyordu. Derin bir nefes almaya çalıştı fakat soluğu göğüs kafesine takılıp kaldı. Bir iki öksürmeden sonra kendini topladı.

32… Biraz önce nefes almakta zorlanırken şimdi göğsü bir otomobilin engebeli yollarda süratle ilerlediği gibi hızla inip çıkıyordu. Sayılı adımları kalmıştı odaya ulaşması için… Bir an sendeledi. Beyaz kireç duvardan tutundu. Hafif bir baş dönmesiydi bu… 

Biraz durup kendini bu yüzleşmeye hazırlamaya karar verdi. Yere düşüp yığılsa onu kaldıracak birilerinin etrafta olup olmadığına baktı. Ama ilk andaki gibi hâlâ sessiz ve ıssızdı bu soğuk koridor… Anlamsız geldi burada olması… “Kesin bir yanlış anlaşılma var” diye düşündü. Son kez derin bir nefes alıp adımını kaygan zeminde dikkatlice yürüyormuş gibi temkinli bir şekilde attı. 

Ve 33… Elindeki kâğıda tekrar bakma ihtiyacı hissetti. Evet, doğru kapının önünde duruyordu. Sanki yüreği yerinden çıkacak, koşarak kaçacaktı bu bilinmeyen yüzleşmeden… Elini güç bela kaldırdı. Fakat parmakları kapının kolunu tutacak kadar cesaretli değildi. Kapı koluna uzanan eline baktı. Daha sonra ise numaraya… 

Bu numara ona bir şeyler anımsatıyordu sanki… Beynindeki anı raflarını karıştırmaya başladı. Biraz daha çabalasa gözünün önünde belirecekti sanki… Saniyeler, saat gibi geçmek bilmiyordu. Alnı boncuk boncuk terlemeye başlamıştı. 

Evet! Evet, hatırladı şimdi… Bu okula ilk başladığında ona verilen öğrenci numarasıydı. Çocukluğu ile ilgili bir sır mı gizliydi bu kapının ardında?.. Endişesi iki kat arttı. Tekrar derin bir nefes aldı. Bu nefesi alıp vermek ömründen onlarca dakikayı alıp götürmüştü sanki… 

Cesaretini toplayıp hiç beklemeden içeri girdi. Karşı yatakta yatan küçük bir kız çocuğu vardı. Kıvır kıvır simsiyah saçları yastığın üzerini kaplamıştı. Sırtı dönüktü ona… Üzerinde beyaz bir çarşaf örtülüydü. Biraz daha yaklaştı ve gözleri fal taşı gibi açıldı. Bu onun çocukluğuydu ve karşısında hareketsizce yatıyordu. 

Hayata kendini o kadar çok kaptırmıştı ki çocuk yanını unutmuştu. Yetişkinliği kendisi de hiç sevmemişti. Fakat hayat koynunda herkes gibi onu da büyütmüştü. Çocukluğuna son kez bakıyordu. Veda etmesi gerekiyordu. 

Onun ardından içeri hüzün girdi ve kapıyı kapattı. “Başın Sağalsın” dedi. Bu cümlenin anlamını bir yerde okumuştu. Erken dönem Anadolu Türkçesinde baş kelimesinin “yara” anlamı da varmış. Sağalsın ise “iyileşmek” demekmiş. Yani “Yaran iyileşsin, şifa bulsun.” Demekti bu cümle. Zamanla erozyona uğrayıp, “Başın sağ olsun.” olarak değişmişti. 

Yarası iyileşmeyecekti fakat bununla yaşamaya alışacaktı ve yaş ilerledikçe çoğu şeyin onu bir gün bırakıp gideceğini öğrenecekti. Kime kalmıştı ki şu koca Dünya?..