Şu sıralar Ankara'nın ve tüm ülkenin hatta Avrupa'nın gündemi 16 Nisan 2017 tarihinde yapılacak referandum! Peki neden bu kadar önemli bu referandum? Ülkemizdeki siyasi partilerin bakış açıları doğrultusunda yaptıkları siyaseti anlıyoruz; ancak yurtdışındaki bu siyasi tavrın sebebi nedir? Getirilecek sistemle meclis feshediliyor mu? Rejim mi değiştirilmeye çalışılıyor? Güçlü Türkiye için koalisyonun ortadan kalkması şart mı?  Demokrasi rafa mı kaldırılıyor? Hukuk ve insan hakları yok mu sayılacak?

Yukarıda bahsedilen soruların cevapları ideolojik olarak farklılık gösterebilir. Biz soruları cevaplamaya başlamadan referandumda kimlerin söz sahibi olduklarından bahsedelim önce. Anayasamıza göre 18 yaşını dolduran her vatandaşımız referandumda oy kullanma  hakkına sahiptir. Ayrıca kasıtlı suçtan hüküm giyenler hariç olmak üzere taksirli suçtan hükümlüler ve herhangi bir suçtan tutuklu olanlar da oy kullanabilir. Bu ne demektir? FETÖ/PYD , PKK-PYD-DHKP-C vb. tüm terör yapılanmalarından tutuklu bulunanlar oy kullanabilecek ve referandumda söz sahibi olacaklardır. Bununla birlikte Suriye'den savaş sebebiyle kaçıp ülkemize sığınan milyonlarca kişi vatandaşlık bağı olmadığından dolayı oy kullanamayacaktır. Bu iktidar partisi açısından bakıldığında büyük bir risktir ancak bir o kadar da cesur bir davranıştır. Zira savaştan kaçan masumlara kucak açan ve tüm eleştirilere rağmen onların umudu olan iktidarın onların desteğini alamaması, bununla birlikte terörle mücadelenin son sürat devam ettiği ve kararlılık gösterilen şu dönemde tutuklanan bölücülerinde karşı safta yer almasına karşın iktidarca gösterilen duruş milli iradeye gösterilen saygının bir tezahürüdür. Bununla birlikte sadece seçkin meslek erbabı veya ülkemiz için faydalı olacağına inandığımız Suriyeli vatandaşlara oy kullanamayacak olmasına rağmen vatandaşlık verilmesine karşılık; ''hükümet Suriyeli vatandaşlardan oy almak için vatandaşlık veriyor'' safsatası.

Belirtmek gerekir ki, 16 Nisan' da yapılacak referandum 18 maddelik bir değişiklik içermektedir. Maddelerden en önemlisi Türk Tipi Cumhurbaşkanlığı sistemi olarak açıklanan yürütme organı ile ilgilidir. Bu bağlamda yürütme organında Cumhurbaşkanı olacaktır ve cumhurbaşkanı halk tarafından doğrudan seçilecektir. Yasama organı da mevcut sistemde korunacak olup; halk tarafından seçilecek milletvekili sayısı 550 kişiden 600 kişiye çıkartılacaktır. Referandumla  hükümet sistemi değişecek olup; rejim aynen korunacaktır. Zira rejim değişikliği demek Cumhuriyet'in değişmesi demektir ki; anayasamızın ilk maddesinin değiştirilmesi (anayasamızın dördüncü maddesi gereğince değiştirilemez hükümlerden olduğu için) mümkün değildir. Ayrıca rejim değişikliği demek halkın egemen olduğu Cumhuriyet  yerine babadan oğula geçen Monarşi yahut belli bir zümrenin yönetici olduğu Oligarşi tipi sistemlere geçisin olması demektir. Bu bağlamda rejim değişikliği iddiası salt bir siyasi yalandır. Bu iddianın mesnetsiz olmasını gösteren en büyük delil ise buna halkın karar verecek olmasıdır.

Cumhuriyetin ilanından bu yana geçen 94 yıllık süreçte 65 hükümet kurulmuş ve hükümetler halkın seçtiği kişilerce göreve başlamasına rağmen çeşitli sebeplerle sürekli olarak sekteye uğratılmıştır. Ülkenin bu çalkantılı dönemlerinde en çok darbeyi yine ekonomimiz almıştır. Zira 2015 verilerine göre nüfusumuzun %24' ü 0-15 yaş grubu - %67.8' lik dilimi 15-64 yaş grubu- %8.2' si 65 yaş üstünden oluşmaktadır. Bu dinamik nüfusun doğru eğitilmesi ve geliştirilmesi ile ülkemizin kalkınması sağlanabilir. Ekonomik kalkınmanın en önemli ayağı da ağır sanayi hamleleri ve uzun vadeli yatırımlarla mümkündür. Basit bir örnek verecek olursak; mesleği olmayan birisinin ev alması veyahut ev kredisi alması mümkün değildir. Zira ne kendinde o güç vardır ne de kendisine güvenip o krediyi verecek bir yatırımcı bulması mümkün olacaktır. Ancak meslek edinen bir kişide hem kendinde kredi ödeyecek güç hem de kendisine güvenen yatırımcı mevcuttur. Mikro verilen bu örneğin makro şekilde düşünülmesi ile devlet yönetiminde istikrarın önemi daha iyi anlaşılacaktır. Bu bağlamda ülkemizin trajikomik örneklerinden birisi Bolu Dağı Tünelidir. Bolu Dağı Tüneli 2.800 m olup; 1990 yılında ihalesi yapılmış ve 1993 yılında temeli atılmıştır. Tünel yapım aşamasında 17 Ulaştırma Bakanı eskitmiş; 1999 yılında depremde yatırımların tıkanmasından bahisle atıl kalan tünelde çökme meydana gelmiştir. Yarım kalan tünel yapımı 2007 yılında tamamlanmış ve hizmete açılmıştır. Ülkemizde 2.800 metre tünel yapımı 17 yıl sürmüş ve 17 Bakan eskitmiştir. Kısa dipnot verecek olursak ;  Deniz altından geçen 50.5 kilometrelik Manş Tüneli 7 yılda biterken, 2 bin 800 metrelik Bolu tünelinin 17 yıl sürmesi sanırım eksik olan hususu daha net ortaya çıkaracaktır. Sonraki dönemde yapılan 1.875 metre uzunluğundaki Yavuz Sultan Selim Köprüsü'nün temeli 29 Mayıs 2013 tarihinde atılmış; 26 Ağustos 2016' da hizmete açılmıştır.   Marmaray projesi 1987 tarihinde fizibilite çalışması başlamış olup; toplam 27 kilometre uzunluğunda olan tüp geçit 29 Ekim 2013 tarihinde hizmete açılmıştır. Bununla birlikte yapılan yüksek hızlı tren seferleri , havaalanları , üniversiteler ve en önemlisi savaş sanayiindeki gelişmeler ülkemizin ekonomik gücünü daha iyi ortaya koyacaktır. Kısacası ekonomik kalkınma uzun vadeli yatırımlarla mümkündür. Bunun için de sizin bu yatırımı yapacak gücünüzün olması ve buna inanan yatırımcılarınızın olması şarttır. Avrupa ülkelerinin ırkçı ve faşist tavırlarının müsebbibi de bu gücü kendinde gören milletimizin ayağına bir çelme takma sevdası olduğu sanırım anlaşılacaktır. Askeri vesayetin, ekonomik krizlerin ve terör örgütlerinin arkasında duran Avrupa'nın bu argümanlar ortadan kalkınca artık faşist, ırkçı yüzü daha net ortaya çıkmıştır.  Yüce Türk Milleti  özellikle son bir kaç haftadır Avrupa'nın  uyguladığı yaptırımları göz önünde bulundurduğunda gerçeği bir kez daha görmüştür ve karşılığını da en sert bir şekilde verecektir. 

Esen kalın efendim..