1980 öncesinde doğduğum köyde ne yol vardı ne evlerde su vardı ne elektrik vardı ne de telefon diye bir haberleşme aracı…

Şimdi bazen aklıma takılıyor. O zamanlarda mesela, Konya’da ikamet eden birisi ile köyden Konya’ya gelmesi gereken birisi nasıl haberleşirdi de buluşacakları mekânı ve zamanı nasıl ayarlarlardı acaba?

Benimkisi de böyle boş bir merak işte… O zamanın imkânları ölçüsünde elbette bir çıkış yolu, bir çözüm şekli bulurmuşuz meğer.

Yine debu merakımı giderecek böyle kolay bir cümle kurmuş olsak da, zor zamanlardı o zamanlar.

Ben bir dağ köyünde; bir odası, bir kileri ve bir de girişi olan bir evde doğmuşum. Anadolu insanı özellikle benim yaşımda ve benden yaşça daha büyük olanlar genellikle aynı şartlarda dünyaya geldiler ve yaşadılar.

Sekiz çocuklu bir ana bir babadan müteşekkil ailem, sadece tek bir odada yaşardık. Sonraki yıllarda tek katlı evimizin üzerine “hanay” yapıldı da daha geniş ve kullanışlı bir eve sahip olduk. Evimizin alt kısmı hayvanlara aitti.

On nüfuslu bir evde, köyümüzün diğer bütün evlerinde olduğu gibi su yoktu.  İhtiyacımız olan suyu neredeyse bir kilometre uzaklıktaki ve bir devlet teşekkülü olan YSE (Yol Su Elektrik)’ninköy meydanına yaptırdığı çeşmelerden taşırdık. Su taşıma işini, genellikle de evin kızları testilerle, güğümlerle, bakraçlarla yaparlardı.

Evimiz çeşmeye göre yamaç bir arazide kuruluydu. Yazın sıcağıyla, kışın kar ve çamuruyla insanüstü mücadelelerle yapılırdı taşıma işi… 

İçme suyu, yemek suyu, temizlenme suyu, eğer ahırdan dışarıya çıkamayacak kadar hasta olan hayvanlar varsa onların içecekleri su hep bu yolla taşınırdı.

Diyeceğim o ki zamanın neredeyse yarısı su taşıma işine harcanırdı. Su taşıyan kızlar, kadınlar, zaman zaman erkekler kan ter içinde kalırlardı…

Bazen elini yıkayacak olsan, el attığın ibrik boş olarak kalkardı havaya… Testiye bakarsın boş, bakraca bakarsın boş, güğüme bakarsın boş…

Evin hane halkı da başka işlerin peşine gitmişlerse eğer, iş başa düşerdi ve çeşmenin yolunu siz tutardınız. Getirdiğiniz su ile elinizi ayağınızı yıkardınız ve hemen ardından yine boşalıverirdi kap kacak… Neresinden bakarsanız bakınız, çileydi, dertti, kederdi susuzluk…

Varın diğer zorlukları siz hesaplayın, siz hayal edin.

İşte bu zorlukları birebir yaşayan ve anama, kız kardeşlerime acıma hissiyle ve istediğimiz her an elimizi, ayağımızı, bedenimizi yıkayacak suyu bulamayışımdan olacak ki evimizin arka bölümündeki  “por”  denilen ve genellikle de dağlarda kurak bölgelere kazılan sarnıçların içinden çıkan toprağı andıran bir arazi olması hasebiyle de olacak ki babama; “baba şuraya bir sarnıç kazak da şu su taşıma işinden bir kurtulsak… Böylelikle hem içme suyu olarak hem de evimizin yanındaki bahçemize sulama suyu olarak kullansak” dediğimi dün gibi hatırlıyorum. 

Babam gülmüştü teklifime…  Zira sarnıç kazmak o kadar da kolay bir iş değildi ki… Hem para isterdi hem de çok büyük bir emek…

Bir şemsiye gibi üzerinde bulunan Eğri Kaya, köyümüz için bir sembol niteliğindedir. Su taşıma zorluğu, hayallerimi o kadar ileriye taşımıştı ki, köye beş kilometre uzaklıkta bulunan suyun kaynağından, hendekler kazar, köyümüzün yağmur harici su ile hiç tanışmamış kurak topraklarını sulayarak, Eğri Kaya’nın üzerinden aşağıya şelaleler yapardım hayallerimde... 

Günümüzde ve çocukluğumun o zor zamanlarında her şeyin para olduğu gerçeğini de bilerek, hayallerimle zenginlikler, düşlerimle fabrikalar kurar, yoksul köylülerime iş verirdim, aş verirdim durmadan.

2001 yılında o zaman muhtarlık yapan ve ömrünün önemli bir bölümünü hep köyümüz, köylümüz için harcayan, seksen küsur yaşına rağmen hala da köyün dertleriyle dertlenen babam; “oğlum,köyümüzün Darıderesi mevkiine bir gölet yapılmasını yüksek makamlarınıza saygılarımla arz ederim.” Şeklinde bir dilekçe yaz” dedi.

Bir Harita Metod Defterinin yaprağını kopardım,defterden yırtılmış kısmını makasla düzelterek, babamın ifadelerini kâğıda aktardım ve kendisine uzattım. Babam kâğıdı dörde katlayıp cebine koydu ve o gün nahiyemize gelecek olan zamanın bakanına vermek üzereyedi kilometrelik yola yaya olarak koyuldu.

O tarihte bakana vermiş olduğu ve harita metot defterkâğıdı üzerine yazdığı istidasının neticesi olarak şu an devletimizköyümüze koskoca bir “baraj” Yaptı… “Oğlakçı Göleti” ismine rağmen bizlerin nezdinde Keban Barajı nispetinde bir eseri köyümüze layık gören devletimize ne kadar teşekkür etsek az gelir.

Bir zamanlar; “baba şuraya bir sarnıç kazsak da hem içme suyu olarak, hem de bahçemize sulama suyu olarak kullansak ve böylece su taşımaktan takati kesilen anamı ve kardeşlerimi bu zorluktan kurtarsak” diye hayallerimle süslediğim noktada şu an, bilmem kaç bar basınçlı su borularının musluklarını çevirdiğinde o yerlerin ihya olduğunu görmüş olmak, çocukluğumuzda okuduğumuz Jules Verne’nin “Denizaltında Yirmi Bin Fersah”  “Seksen Günde Devr-i Alem” gibi masal kitaplarındaki olayların gerçekleşmesi gibi bir etki yaratmış durumda üzerimde…

Sabahın sekizinde çalan cep telefonumu açtığımda, seksene merdiven dayamış olan anamın; “oğlum senin sarnıç kazsak da su taşıma işinden anamı kurtulsak dediğin noktada şu an sulama musluğunu açtım, su neredeyse göklere çıkacak” demesiyle yaşadığım sevincin tarifini yapmam asla mümkün değil.

“Anacığım, kırk yıl sonra gerçekleşti bu hayalim. Bizler görmeyiz belki ama inşallah ileriki zamanlarda mutlaka Eğri Kaya Şelalesi olarak da gerçekleşecektir hayallerim… “ diyerek kapattım telefonu.

İnsan, geçmişi düşündüğünde, bazen gerçekleşmesi imkânsız masallar mertebesinde olan hadiselerin gerçekleştiğine şahitlik edince, bir hoş oluyor.

Ne yalan söyleyeyim, ben de şimdi çok hoş bir haldeyim.

Tayyar Yıldırım