Biliyorum ki sen, senenin son ayı ve hatta ki yaratılmış olan dünyanın mahşer arifesi kadar yorgunsun. Heyhat, oysaki ne çok yorgunluklar çöreklenip parmak uçlarında bir isyan zuhuru edecek daha! 

 

Hiç görülmemiş tarlalardan yalın ayaklarınla yürürken yahut bir üzümün henüz şarap olmamış haline değerken kurumuş dudakların, yoktu içinde bu isyana değmiş serzenişler. Ayaklarına prangalar vurulmuş bir darbe mahkûmu iken, hücredeyken, işkencedeyken ve hatta ki bütün maneviyatın dahi tacizdeyken gafillerce, sen yine aynı isyanın girdabına düşmemiştin. 

 

Akıldan yoksun, hatırıma az gelen bu yüreğim bilir ki sen, annen ölmeden öksüzlüğü ve baban hiç olmamışken yetimliği yaşadın evvelki zamanda. İsyanın ne öksüzlükten ne yetimlikten ne de bu hallere düşmüş olmanın sebepsizliğinden değildi. Nitekim içine düştüğün yeis isyan da değildi. O vakit sadece tövbeye yaklaşmış mazlum bir kalp iken şimdi nasıl olurda günah çamuruna değer ellerin. 

 

Yanlış mı yazmıştı kalem? 

 

Günah mı demiştim ben? 

 

Heyhat! Vallahi bundan başkası değildi söylediğim. Zira demez mi ki söylenmişlerin en güzellerinin derlendiği kitapta,“kâfirler zümresinden başkası yeisse düşmez” diye. 

 

Sen ki hangi pür telaşın içinde düştün de adım atılmaz zümrelere benzedin. Ayakların mı üşüdü de yürümekten vazgeçtim. Yollar mı tükendi de durup kaldın öylece cansızlar misali. 

 

Sen ki topukları nasırlaşmış bir bedevinin azmini taşımıyor muydun? Hangi yorgunluk gafleti düştü benzine de solmuş bir dağ lalesinin acınası hallerine benzeyiverdin. 

 

Heybetli avuçlarına karlar yağmış bu kış! Esmer ellerin beyaza dönmüş zahir. Ölüm teni, korku yüzü, ecel suratı olmuş o huzur dolu ellerin. Üşümüşsün. Yalana düşmüş cesurluğun, doğruluğun, gerçekliğin! 

 

Çıkarma şimdi kesenden, o vakti zamanda kalmış küheylan beyi hallerinin geçmez kuruşlarını. Bu dünyanın çatılmış kaşları korkutmuş içindeki cesareti. Korkmuşsun, yılmışsın, bitap düşmüşsün bütün hariciliğinle. Sesin insana dönüşmüş bir kamış sesine dönmüş, sen daha yaşarken ölmüşsün. 

 

Belli ki yeryüzünde ölen çocuklara, evlatsız kalan annelere vermişsin tüm eldelerini. Ve ellerinde kalmayınca hiçbir şey, yoksullarca sen de yürümüşsün yollarda!  Bütün hecelerin zayıflamış, lakin her sözün içi boş bir gürültü olmuş. Bütün kapıların kapanmış lakin pencere camların kırılmış, perdelerin açılmış buz kesmiş odan. 

 

Sen ölüye dönmüş bir cenin uykusuna dalmışsın, dışardaki rüzgâr kızılca kıyamet oysa. 

 

Şimdi ey ellerimi uzattığım çöl yorgunu, ayaz yoksulu. Gel ki bütün yorgunluklarına deva, tüm ayazlarına ateş olayım. Bu dünyanın açlığa düşmüş yoksullarına, güngörmüş bir baba, bakir bir ana olalım Meryem'ce sine! 

 

Biliyorum ki sen, senenin son ayı ve hatta ki yaratılmış olan dünyanın mahşer arifesi kadar yorgunsun. Heyhat, oysaki ne çok yorgunluklar çöreklenip parmak uçlarında bir isyan zuhuru edecek daha!