Çileli mabet Ayasofya 86 yıllık çilesini tamamlayıp nihayet özgürlüğüne kavuştu.86 yıl öncesi Türkiye Cumhuriyeti devletinin kararı ile müzeye çevrilmişti.Şimdi yine Türkiye Cumhuriyeti Devleti kararı ile aslına yani  camiye çevrilmiştir. 

Dünyada yansımaları oldu ABD’den AB’ye Mısır’dan Suudi Arabistan ve avcı köpeği BAE’liklerine kadar tepkiler yükseldi .Lakin bizdeki müstemleke kafalılarda Yunanistan tezleri paralelinde  eyyama başladılar.Buradan siyasi rant elde etmenin peşine düştüler.Ağız birliği etmişçesine  Türkiye’nin itibarı ,imajı zedelendi türünden ajitasyon yapmaya başladılar. 

Halbuki Türkiye bu hamlesi ile sevr antlaşmasını parçılıyarak Sykes –Picot antlaşmasını yok saymıştır. 

Bağımsızlığını perçinlemiştir. 

Kimsenin;iç ve dış siyasetine doğrudan müdahalesine geçit vermediğini ilan etmiştir. 

Bizim  müstemleke kafalı siyaset tüccarı muhalefet ise yeri göğü inletmektedir “itibarımız,imajımız yok oldu”diye. 

“Komşularımızla aramız açıldı” 

“ABD ne der?” 

“AB  ile ilişkilerimiz ne olacak?” 

Gibi; itibarsız,vizyonsuz,profili düşük siyasetçilerin çığırtkanlıkları maalesef üzülerek ve teessüfle izliyoruz. 

Evvela bu saydığınız devletler ,kendi geçmişleri ile yüzleşsinler sonra bize söz söyleme hakkını bulsunlar. 

Aynı muhalefet hızlı tren yaparsın “göçü hızlandırıyorsunuz!” derler. 

SİHA-TİHA yaparsınız insanları öldürüyorsunuz diye PKK’lılara arka çıkarlar. 

Suriye’de,Doğu Akdeniz’de,Libya’da ne işiniz var? Derler.. 

Bizim hiçbir zaman ABD ilişkilerimiz iyi olmamıştır.Bu Osmanlı döneminden beri böyledir.Hem müttefik hem rakip olmuştur. 

AB ile hiçbir dönem ilişkilerimiz iyi olmamıştır. İyi gibi görünen dönemlerde hep biz tavizler verdiğimiz içindir.AB bizi soğuk savaş döneminde Rusya ve kominizim tehlikesi karşısında ileri karakol olarak görmüştür. 

NATO’nun 3 büyük ordusu olduğumuzu bütün dünya kabul etmesine rağmen hiçbir dönem ana gövdesinde değil hep kanat ülke olarak kabul görmüştür. 

Yunanistan 440 sene Osmanlı idaresinde kalmasının ezikliğini hırçınlıkla örtbas  etme politikası gütmektedir.Türkiye buradan hapşırsa Yunanistan orada zatürre olmaktadır. 

Bu Yunanistan’a bizim müstemleke muhalefet “Yunanistan ne der?” diye itibar etmektedir. 

İran bizim düşmanımız değil Orta Doğuda rakibimizdir.Irak,Suriye bizim olmadığımız hiçbir masada çözümün olmayacağını bilmektedir. 

Rusya ile ilişkilerimiz zaman zaman ABD ye göre daha yapıcıdır lakin sırtınızı hiçbir dönem dönmediğiniz bir ülkedir. 

Hal böyle iken dış politikada komşularla “sıfır sorun” diye ortaya çıkmak slogandan öteye değildir. 

Hülasa siz ne kadar demokrasi,insan hakları falan filan derseniz deyin,onların argümanlarını dilinize pelesenk edin sizi asla ciddiye  almayacaklardır. 

Yeri gelmişken Yavuz Sultan Selim Han’dan bir vakayı nakledeyim. 

Yavuz sultan selim han tahta çıkmıştır.Venedik elçileri sultana bağlılığını göstermek ,ona hediyeler vermek ve yeni sultan nasıl biri olduğunu merak etmişler..hediyelerle birlikte İstanbul’a gelirler.Yavuz çok sert olmakla birlikte israfı sevmeyen,öğünde tek kap yemek yiyen,tahta kaşık ve tahta tabak kullanan, biri eskimeden ikinci elbise almayan bir sultandır.Bunu bilen vezirler sultanın asla yeni elbiselerle elçileri karşılamayacağından bari izin versin de biz yeni elbiseler giyelim derler(elçilerin karşısında mahcup olmamak için) ve sadrazamla haber gönderirler.Yavuz izin verir.herkes süslenmiş bir vaziyette Venedik elçilerini karşılarlar.Sultan tahtının olduğu salonun ışıklarını kıstırır içerisi loştur.Kılıcını da ayaklarına doğru uzatır loş odada ayın camdan süzülen ışıkları sultanın kılıcını parıldatmaktadır.Yavuz akşamdan sonra elçileri huzura kabul eder.Hediyeler takdim edilir ve daha sonra huzurdan çıkarlar.Yavuz sadrazamı çağırtır ve sorar.   

’’Paşa sor bakalım elçiler bizi nasıl bulmuşlar?’’  

Sadrazam çıkar, sorar ve geri sultanın huzuruna tekrar girer.  

’’Ne dediler paşa?’’  

‘‘Vallahi sultanım,sultanın ayaklarının önünde duran kılıç öyle parlıyordu ki gözümüzü aldı ,sultanın yüzüne bile bakamadık’’dediler..  

‘’Ya işte paşa kılıcın keskin olursa  ,küffarın gözü elbisende değil kılıcında olur’’ der. 

Kimse sizin parlak laflarınıza ışıltılı hayatınızdan etkilenmiyor,kılıcınızın keskinliğine ve parlaklığına bakıyor. 

Siz bu kocaman devletlerin Nükleer silahı olan bir devletle çatışmayı göze aldığına şahit oldunuz mu? 

Savunma sanayinde yerli ve milli olan,ileri teknoloji ve üstün operasyon yetenekli askeri olan ülkelere uzaktan havlamaktan başka bir şey yapamazlar. 

Elbette nükleer teknolojiyi de yakaladığımıza inanıyorum.O yüzden havlamalar uzaktan ve cılız gelmektedir. 

Türkiye’nin itibarı da,vizyonu da,imajı da Dünya standartlarının bir tık üstündedir kimsenin endişesi olmasın.

Hesapları tutmayan bu müstemleke kafalar Diyanet işleri başkanının okuduğu hutbe üzerinden Cumhurbaşkanına vurmaya çalışıyorlar.Her zaman olduğu gibi Gazi Mustafa Kemal üzerinden Atatürkçülük tüccarlığı yapmaktadırlar.

Yok kalpleri kırılmış(?)

Yok incinmişler…

Bunca yıl sizin kırıp döktükleriniz ne olacak? 

Bakın Ayasofya camii olmalıdır diyen rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti idamla yargılandı.O meşhur savunması! 

OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ'DEN TARİHİ SAVUNMA

İşte Osman Yüksel Serdengeçti'nin acil bir şekilde 161. maddeden dava açılan yazısı ve mahkemede verdiği cevapla tarihe geçen 'Ayasofya Müdafaası'nın (savunması) hikayesi...

161. maddeden dava açılan yazının dava konusu yapılan bölümü şöyle;

"Ey İslam'ın nuru, Türklüğün gururu Ayasofya! Şerefelerinde fethin ve Fatih'in şerefi ışıl ışıl yanan muhteşem mabet! Neden böyle bomboş, neden böyle bir hoşsun? Hani minarelerinden göklere yükselen, taa maveradan gelen ezanlar?

Hani nerede, şu muhteşem minberde binlerce erin, binlerce gazinin baş koyduğu şu temiz yerde, şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor? Seni bu hale koyan kim, Seni çırılçıplak soyan kim?

Hani gönüllerden kubbelere, kubbelerden gönüllere gürül gürül akan, sineler yakan Kur'an sesleri."

"Savcı bey, Athenagoras'ın mümessili misiniz?"

Serdengeçti'nin unutulmaz savunması da şöyledir:

"Muhterem hâkimlerim!

Böyle bir yazıya nasıl olur da 161. maddenin ağzıyla; 'milli menfaatleri kırıcı', 'halkın maneviyatını bozuyor', 'düşman karşısında memleketin mukavemetini azaltıcı', 'yabancılarla işbirliği yapmak' gibi bizi çileden çıkaran, can düşmanımız komünistlere isnat edilebilecek en şeni, en deni suçlar bize isnat edilebilir?

İddia makamının diğer bir iddiası da şudur: Biz Türk-Yunan dostluk münasebetlerini bozmuşuz. Bir kısım vatandaşlar arasına nifak sokmuşuz. Ağlar mısın güler misin?

Bidayette söylediğim gibi savcılık bu davayı yanlış yere getirmiş. Dosyayı Yunanistan'a gönderseydi daha iyi etmiş olurdu.

İstanbul'un, hatta İzmir'in Yunan olduğunu söyleyen, bunun üzerine şiirler, kasideler yazan Yunan muharrirlerini, şairlerini Yunan hükümeti teşvik ederken, Ayasofya'da tekbir sesi, ezan sesi işitmek isteyen bir insanı bizimkiler vatana ihanet suçuyla ağır ceza mahkemelerine sevk ediyorlar.

Bu mukayese beni çıldırtıyor! Sanki karşımda iddia makamında Müslüman bir Türk'ü değil, Athenagoras'ın mümessilini görüyorum. Ürperiyorum!...

Din gayretiyle, iman gayretiyle kurtulan, şehitler ve gaziler memleketi olan bu memlekette, kendi öz vatanımızda, kendi vicdanımızın, kendi imanımızın, kendi tarihimizin sesini duyurmak, neden-niçin hangi ölçülere göre suç oluyor?"

ŞİMDİ!

Minarelerinden Tanrı Uludur diye ezan yerine bağırtıların kırdığı gönülleri kim tamir edecek?

Suriye ziyaretimizde Muhittin Arabi hazretlerinin kabrini ziyaret ettiğimizde şahit olmuştum; Şapka takmadı diye idamla yargılanmalardan kaçan on binlerce vatan evladının Suriye’de kimliksiz ve her türlü haklardan yoksun korku içinde yaşamasının bedelini kim ödeyecek?

Kaybolan yıllarını kim geri verecek?

Bu konuda en son kalbi kırılan, Müstemleke kafalı muhalefet borazanları olmalıdır. Karşılarına çıkan sözde Cumhurbaşkanı savunucularının(?) da hiç ağzını açmamalarını ya da onları tasdik etmelerini esefle kınıyorum.

Hülasa 1934 de alınan karar devlet kararıdır uyduk.

2020, 24 Temmuzda alınan karar da devlet kararıdır UYUN!