Bu dünyada bütün seferlerini tamamlamış yorgun bir seferi, bütün milatlarını unutmuş, zaman yetimi bitimsizlerden biriydim yalnızca. Şahitti seni bana hayal kılan Rab ve seninle birlikte gördüğümüz her şey, sen gittikten sonra da şahit olacaktı besbelli.  

 Nefesim tükenene kadar okuduğum duadan sonra bir malumat uykusuna yatıyorum. İstihare demeye varmıyor dilim. Çünkü niyetim hayrı yahut hayır olmayan şerri görmek değil, seni görmekti. Öyle ki duama icabet eden yüceler yücesi, efendiler efendisiydi. Bütün rüyaların asıl mekânını asılsızlığa çeviren ve asılsız olanları da rüyadan azledebilen asıl hâkim, asıl hüküm sahibiydi.  

 Ömürden gitmeyen vakitte olan rüyaların asılsızlığında da olsa vermişti seni bana. Elinden ekmeği alınmış bir yoksulu avutmak gibiydi bu.

 Bazen aklım, sen ile sensizlik arasındaki girdapta şuursuz bir hızla akmakta, bazen de aciz bir karınca süratince sürünmekteydi. Bitip tükenmeyen bütün yolların duacısı olup en pejmürde halimle takılıyorum peşin sıra. Gerçekte neyse rüyada da o, asılda neyse asılsızlıkta da ondan başkası değil inan ki.

 Ateşin elinde miydi yakmamak ve aşk değil midir ki ateş. Öyleyse hangi aşığın hakkı vardır ki serzenişe? Öyleyse ben neden sitem ediyordum ki sendeki sensizliğe? İçimdeki çığlıkları duymaman için ısırıyorum dudaklarımı.

 Sonra bir köyün terk-i diyar sokaklarına düşüyor yolum, ben sana düşüyorum ve farkına varıyorum ki o an evren de bir düşün içine düşüvermiş. Düşler içinde kalmış bir köyün terk-i diyar yollarında, yek olan Allah şahidim ki bütün asılsızlara inat en yürekten asıllıkla seviyordum seni.  

 Ne gözleri İslam yeşili genç kızlar, ne de doksanlık dedeler anlıyor benim bir gaibe olduğumu. Sen, yollara izini işlercesine yürüyen gerçek; ben ardın sıra sürüklenen kara bir gölge. Sen, rüya içinde bile gerçekliğinden ödün vermeyen bir aşikâr; ben, en derin kuytulara gizlenmiş, yeryüzünden korkarcasına saklanan bir muamma.     

 Rüya düşmüştü bütün gerçeklerime ve bütün gerçeklerim rüyadandı zahir. Yollar gitmek ile tükenmez, dünya elbette ki bir rüyadan içre kalmazdı. Ben senden içreydim hâlbuki seni ise içimin en kuytularına saklıyordum.

 Bir çölün uçsuz bucaksızlığını adımlar gibi, gittiğimiz köydeki şahitler sıralanıveriyor sonra önümüze.  Ölü odunların ateşinden faydalanmak için onları parçalayan yaşlı bir nine. Günün dördüncü vakit borcunu eda etmeye giden ömrü asırlık bir bey amca. Yol kenarında, köşe başlarında kulaktan kulağa oynayan, gerçekleri yalana dönüştüren günahsız çocuklar. Zincire bağlanmış bir Kıtmir, beli bükülmüş bir çınar. Suyu akmaz eski bir hamam, su yolunda kırılmış bir testi! Dahası için yoruldum sevgili. Başka türlü bütün şahitlerin ismini zikre de katlanmazdı yüreğim. Sen say ki o köyün bütün zamanı ve zamansızlığı şahitti bendeki sana. Ve inan hepsinin hükmünden daha büyüktü sendeki bana olan, bu gerçekliğe olan şahitliğimin hükmü.

 Son varış noktasına geldiğimizde ahir zamanda bir günah fısıltısı gibi sesler geliyor kulağıma. Eski bir kilisenin kulağı sağır eden çan sesi değil miydi bu gürültü? Neyin habercisiydi peki, kimin selamını getirmişti bana.

 Acınası bir ürperti sarıyor bedenimi. “Gel” demekti bu ses. Her ne isen, nerede isen gel. Kaldığın yer ne ise, sen nice isen gel. Tepelerden gelen siyahî köle Bilal'in daveti gibi bir çağrıydı bu. Gitmek istemeyişim isyandan mıydı yoksa sana olan körlüğümden mi?

 Korkudan terlemiş sırtımda bir el hissediyorum sonra. Esmer ellerinin heybetli dokunuşu, bana olan cesaretiydi bu. Yüzüme o kısılmış kara gözlerinle baktığında ise anlıyorum vaktin geldiğini. Fısıldar gibi bir ses daha duyuyorum sendin bu. Rüyanın asılsızlığına olan isyan gibi üç beş sözdü söylediğin.

 “Gül dalı, bülbül bestesi, açlığa düşmüş yetim nefesi. Ey adını aldığı kuşun yeryüzündeki gölgesi... Benim gafletimde yer mi vardı senin masumluğuna?”

 O an yutkunamadığım âdemelmama tonlarca yük asılıyor sanki.  O kadar çok şey diyecek oluyorum ki aslında, lakin diyemiyorum! Gözlerimi bir kapıyor bir açıyorum o milimlik vakitte. Asılsız zaman ve mekânın olduğu düş âleminden asıl âna ve manaya düşmem o kadarcık zaman almıştı işte. Kulağımdaki ses de çan değil nefes kesen bir davetti. Ben bendim, sen sen değilsen de.

 Ben şimdi tabirsiz bir rüyanın sancısı ile kıvranırken, nasıl olur da dile getirirdim bu serencemeye. Sana diyemezdim, karşına geçip dehşete düşmüş gözlerimle anlatamazdım olup biteni. Tavan arası kâğıtlara güvenip onların dilbazlığına sığınmıştım lakin heyhat. Sır saklamaz imiş o dilsizler de. Madem öyle ben bütün sırlarımı dese miydim şimdi sana. İlla ki sen, bütün sırlarıma vakıf, bütün sırlarıma hafız, bütün sırlarımın mahfuzusun!

 Sen hala yalanların sağırlar ile buluşma noktasında mısın? Emret adımların kaysın ey gerçeklerin ehli. İste ki beni bulasın...