Atasözlerimizin bile gerçek manada ne demek istediğini öğretti bize bu süreç. 60 yaşıma geldim görevde iken görevim icabı, emekli olduktan sonra da uzun yılların verdiği alışkanlıkla ne sakal bırakabildim ne de bıyık...

Bu son birkaç aydır dünyadaki tüm insanların yaşamakta oldukları kısıtlı hayat bize çok şey öğretti ve gösterdi.

Kimimiz mutfağın kapısını bile açmazken bu süreçte evde ekmek yapar olduk. Çeşit çeşit yemek tarifleri dolaşır oldu sosyal medya hesaplarımızda.  Yıllardır boya badana bekleyen evlerimiz yenilendi bir nevi. Ömrümüzün sadece uyumak için geçen bölümünü kullanmak üzere uğradığımız evimizde meğerse daha ne çok görevimiz varmış ne çok güzellikler varmış.

El sanatları konusunda marifetli beyler, bayanlar bu hünerlerini de bu süreçte ortaya çıkarmaya başladılar.

Her öğünde önlerine hazır bir şekilde gelen yemekleri yemekten başka bir kaygısı olmayan beyler her defasında “ne pişireceğim bugün?” problemini çözmek zorunda kalan evin hanımının sırf bu konuda bile çektiği ıstırabın şiddetini öğrendiler bu süreçte. Meğerse bu konu bile meccanen yapılan başlı başına bir meslek dalı imiş.

Özlemin ne olduğunu, sarılmanın, kucaklaşmanın gerçek manasını kavradık. Çocuklarımızın, torunlarımız bile kucağımıza almaktan çekiniyoruz şimdi. Biz konuyu biliyoruz da onlar bizim hakkımızda neler düşünüyorlar acaba? Hani hatırlarsınız, günlerdir evine uğramayan doktorun evine gittiğinde üç dört yaşındaki çocuğunun özlemle ona doğru koştuğunu görünce, kollarını boşluğu kucaklamak için kavuşturduğu görüntüler vardı... Hangimizi ağlatmadı ki o görüntüler? Sevginin ne olduğunu fark ettik.

Annelerimiz, babalarımı ziyaret edemiyoruz. Biz onları onlar bizi koruma kaygısı içinde ne biz onlara gitmek istiyoruz ne de onların bize gelmesini...

Dünya insanlığı böyle bir travmayı daha önce yaşadılar mı bilmiyorum. Tarihi kayıtlara baktığımızda Nuh Tufanı gibi, Lut Kavmi olayı gibi, İspanyol Gribi gibi olaylarda bazı kavimlerin hatta neredeyse  tamamının yeryüzünden silindiğini ya da milyonlarca insanın yok olduğunu öğreniyoruz.

Örneğin ABD’de başlayıp tüm dünyayı etkisi altına alan İspanyol Gribinde 1918 ile 1920 yılları arasında 50 ila 100 milyon insanın öldüğünü yazıyor tarihi kayıtlar. Bu sayı o zamanki dünya nüfusunun yüzde15’ine tekabül ediyormuş.  Sadece Hindistan’da 18,5 milyon kişi ölmüş. Bu gribe İspanyol Gribi denilmesi, hastalığın İspanya’da başlamasından değil, o tarihte İspanya’nın 1. Dünya savaşına girmemiş olmasından dolayı basın özgürlüğünün daha üst seviyelerde olması ve savaşa giren ülkelerde sansür uygulanmasından dolayı olayın İspanya’daki basın tarafından dünyaya duyurulmuş olmasındandır.

 541-542 yıllarında, Jüstinian Vebası  30 ila 50 milyon insanın ölümüne yol açmış.

735-737 yıllarında Japonya Çiçek salgınında bir milyon insan ölmüş.

1347-1350 yıllarında Kara Veba yani 2. Veba Salgınında tam 200 milyon inan ölmüş.

1885 yılında 3. Veba Salgınında tam 12 milyon insan ölmüş.

Daha 1981 yılında AIDS’ten 25 ila 30 milyon kişi ölmüş.

Dünyayı yaşanmaz hale getiren insanoğlu tarihin çeşitli evrelerinde başına gelen bu musibetlerden dolayı çok büyük çileler çekmesine rağmen her defasında olanları unutmuş ve salgın olaylarından sonra dünyayı yaşanmaz hale getirmek için yeni girişimlerde yeni kötülüklerde bulunmaktan asla çekinmemiştir. Bu olaylardan ders alacağına; gaddarlığını, insafsızlığını daha da artırarak mazlumların haklarına tecavüz etmeye, buna yeltenmeye daha bir hızla devam etme yolunu seçmiştir.

Bu dünyayı bütün insanların kullanımına açan Yüce Allah’a nispet edercesine, mazlumlara zulme onların elindeki zenginlikleri sömürmeye, dünyayı ve çevreyi kirletmeye, her türlü adaletsizliklere başvurmaya devam etmiştir.

Ve “Allah’ın sopası yok ki başına vursun?” özdeyişini hatırlatırcasına insanlığın başına bu musibetlerin gelmesini açık ve seçik olarak nasıl yorumlamamız gerekir ben de şaşırdım doğrusu.

İki aydır evde kalmaktan altmış senedir görmediğim sakallım, bıyığım “balta girmemiş ormana” döndü. Şimdi ellerimle onları sevmekle meşgulüm. Severken gözlerimin dalıp gitmesi hayra alamet mi bilmiyorum.

Ey insanoğlu ben sana ne diyeyim şimdi? Yaptıklarından memnun musun? Hala ders almayacak mısın kötülüklerin için? Kendimin de içinde bulunduğum bu durumun suçlusunu nasıl cezalandırayım söyler misiniz ne yapayım şimdi ben?

Baksanıza; “aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık.”