İnsanın temelde varoluşunu anlamlandırabilmesi adına soru soran bir varlık olduğunu görmekteyiz. Düşünen her zihnin aslında bu anlamda bir arayış içerisinde olduğunu söyleyebiliriz. Bu arayışlar esnasında izlediği yol ya da bu süreçte ki edinimleri onun dünyaya hangi gözle baktığını belirleyen ana faktördür. Bu süreçler aslında sorgulamaya devam eden her zihin için devam edecek ve her cevap beraberinde yeni soruları getirecektir. Zihinsel alanda oluşan anlam değer dünyanın yapı taşları da bu şekilde döşenmeye devam edecektir de denebilir. Anlam değer dünyanın inşa süreci insanın hem varoluşsal bağlamda durduğu yeri belirleyecek hem de kendisini ve beraberinde ‘’diğer şeyleri’’ nasıl okuduğu ya da gördüğünü belirleyecektir. Bu durum ise sonrasında ki bütün hareket alanlarını ve tavrını şekillendiren asli unsur olarak belirecektir. Topluma karşı kendini nasıl tanıtmak istediğinin de temelleri burada atılacaktır diye düşünüyorum.

Demek ki, ilk etap ‘’soru sormak’’ ise önce ‘’soru’’nun önemini kavramalıyız. Soru sormanın metodolojisi aslında insanın şekillenmesi açısından önemli hususlardan birisidir. Burada soru sormanın yönteminin ve sistematiğinin çözülmesi aslında sonrası için en kıymetli faktör olarak karşımıza çıkıyor. Soru sormayı matematiksel bir işlem olarak düşünürsek, denklemin bilinmeyen sol tarafını oluşturduğunu söylemek mümkündür. Çünkü genellikle denklemin sağ tarafı bir sabite ile doldurulmaktadır. İnsanın doğduğu andan itibaren edinimleri ve maruz kaldığı dış faktörler ile kendi deneyimleri onu bir sabiteye götürecektir. Bu sabiteye ulaşmak için sol tarafta(soru kısmında) izlenecek yol ve uygulanacak metotlar sonrasında, sabitenin değişkenliği için imkan sağlayabilecektir. Bu işlemde sağ tarafta ki sabite; inançlarımız, aidiyetlerimiz, ideolojilerimiz şeklinde uzayıp gidecek kimliklerimizin belirleyici unsurlarına denk düşmektedir. Kimlik oluşum sürecinin de aslında bu şekilde şekillendiği de iddia edilebilir. Kimliklerimizin düşmanlık üretmemesi de yine işlemin sol tarafında ki yöntem ve edinimlerimiz ile mümkün olacaktır. 

Burada kimlik üretme noktasında karşılaştığımız ana mesele ise kimliğin ‘’öteki’’ ile kendisini var etmesi durumudur. Öteki ile kendini tanımlayan ve öteki üzerinden beslenerek şekillenen kimlik, dolayısıyla hep bir ‘’diğer’’ belirleme ya da ortaya çıkarma mecburiyetinde kalacaktır. ‘’Kişilik’’ inşa etme ve bu alanda çalışmak ise üzerinde pek durulmayan bir hadise olarak görülebilir. Oysa ‘’kişilik’’ ötekine ihtiyaç duymadan insanın kendi sorularına verdiği cevapla oluşma imkanına sahiptir. Ancak kimlik ‘’sabit’’lik noktasında verili olduğu için ve öteki üzerinden beslenmek çok daha basit bir yol olmasından kaynaklı, üzerinde daha çok durulan bir meseledir. Ait olma ihtiyacı hisseden insanın aidiyet arayışında belli verili paketler ile kimlik sahibi olmayı tercih etmesinin geri planında bu durum yatmaktadır, diye düşünüyorum. Kişilik, slogan üretmeye elverişli değilken kimlik bir gruba, yere, ideolojiye, inanca ait olmak şeklinde oluşmasından dolayı slogan üretmeye elverişlidir. Bu da doğal olarak aitlik hissini pekiştirmekte ve insanın yaptığı her eylemi meşrulaştırması adına pratik bir yol sunmaktadır. 

Bir genç olarak bu ‘’sorgulamalar’’ ve ‘’arayışlar’’ sürecini yoğun bir şekilde yaşarken, Mahalle Mektebi’nden Ali Güney Ağabeyimin ‘’Bir Katedralin Yıkımı’’ adlı kitabı hediye etmesi benim için epey önem teşkil etmiştir. Kitabı daha elime ilk aldığımda kapağın iç kısmında ayraç şeklinde bulunan ‘’yaşıyorum; yazılmayanı yazmak, söylenmeyeni söylemek, görülmeyeni görmek, mazlum gencin kurtarıcısı olmak için… ve toprak oluyorum gidiyorum işte…’’ yazısının el yazısı şeklinde konması epey dikkatimi çekti. Sonra bu ayracı da açınca muazzam bir resimle karşılaşmak ilgimi daha da artırdı. Hemen sonrasında ise kitabın yazarı olarak yazılan ‘’Emre Tan’ın’’ vefat ettiğini öğrenmem beni çok etkiledi. Okumaya başlayınca, yazılarda doğru soruların sorulduğu vakit kişiliğin nasıl inşa edilebileceğini gördüm. Modernizmden, post modernizme, şehirleşmeden kırsala kadar uzanan geniş bir yelpazeden dünyaya bakarken varoluşsal sorgulamanın muazzam serüvenini okudum yazılarda. Hastalığını bilen bir insanın bu sorgulamaları ve dünya okumaları zihnimin derinliklerinde yeni kapılar açarak yeni soruları doğurdu, kimi cevaplarla birlikte. Tevekkül, teslimiyet ve arayışın kaleme dökülünce nasıl şeyler sunduğunu da gördüm. ‘’ Aydın görüşlü olmayan, aydın gönüllü insanlar pişman etmez Tanrı’yı biliriz’’ derken yepyeni ufuklar doğurdu, zihnimde. 

‘’Özgürlük büyük bir kandırmacadır, sahip iken bedenlere’’ dediği yazısına koyduğu ‘’Cenin ve Ceset’’ başlığı bile başlı başına düşünsel bir yolculuğa vesile oluyor. 

Kitabın içinde bulunan Sanatçıya ait çizimler ise insanı içine çekiyor. 22-30 Nisan tarihlerinde Medaş Sanat Galerisinde ki sergisinden etkilenmemekte elde değil. 

Öncelikle bu kitabı bana hediye eden Ali Güney Ağabeye ve yazarın vefatı sonrasında kitabı derleyip yayınlayan Mahalle Mektebi’ne teşekkür ederim. Hakka yürüyen ve zihnimde ki soruların büyük bir kısmını yazıya döken yazara da Allah’tan rahmet dilerim...

                          ************

Yine dertlenen insanların bir araya gelip dertleriyle birlikte yola çıkarak ortaya koydukları ‘’ Selamlık Mecmuasına’’da değinmek gerektiğini hissediyorum. Bu coğrafyanın ve medeniyetin izlerini arayarak muazzam bir eser ortaya koyup bu dergiyi çıkaran ekibin emeğini yok saymak mümkün gözükmüyor. İkinci sayısı çıkan derginin ‘’Türk El Sanatlarını’’ konu edindiği yeni baskısında ‘’Yunus Emre’den, İslam Sanatlarına; Tezhipten, Çiniye ve Ebru Sanatına’’ değindiğini söylemek gerekiyor. Üstelik Bayram Bilge Tokel ile Neşet Baba Söyleşisi ayrıca kıymetle değinilmesi gereken bir çalışma olarak karşımıza çıkıyor. 

Soru Sorma serüveninizde, Medeniyetimizin izleri üzerinden okumalarla devam etmek isteyenlere ‘’Tarihi Medrese Kahvehanesi’’nden ücretsiz bir şekilde bu dergiyi ve Ramazan ekini alabileceklerini söylemek istiyorum. 

Selamlık Mecmuası ekibine de bu çalışmaları için teşekkür ederim…