Öyle garip bir hayatı yaşıyoruz ki, daha dün annemizin babamızın koruması altında hayata tutunmaya çalışırken, onlarsız birçok ihtiyacımızı karşılayamaz ve onlara muhtaç bir halde iken, bugün onların bizim korumamız altına girivermiş olmaları, onların bize muhtaç hale gelivermeleri, hayatın garipliğini yeterince anlatıyor sanırım.

Gairip”lik, farklı anlamlar içeriyor. Türk Dil Kurumu sözlüğünde anlatıldığı üzere, “garip” ifadesi;kimsesiz, zavallı, gurbette yaşayan, elgin, acayip, dokunaklı, hüzün veren, anlamlarına geliyor. 

“Garip” nitelemesinin bütün anlamları, hayatı “garip” olarak nitelemiş olmama neredeyse tam karşılık geliyor ama “dokunaklı”ve“hüzün veren” anlamları kast ettiğim hayatı daha bir iyi tanımlıyor…

Geçtiğimiz Pazar günü Seydişehir’de, sevinçlerine ortak olma gayesi ile bir yakınımın düğününe iştirak ettim. Her şey güzel bir şekilde devam eder iken telefonumun zili çaldı. Anamın sesini duydum karşı tarafta. “Oğlum ben hastayım” dedi. Bu cümle beni çok fena sarstı. 

“Ben hastayım…”

Yutkundum ve kendime gelip rahatsızlığıyla ilgili kısa bir bilgi aldım kendisinden.  Sonrasında, düğün mahallini anında terk edip Seydişehir’e 30 kilometre uzaklıkta bulunan köyümün yolunu tuttum. 

Konya merkezden uzaklığı 75 kilometre olan köyümde yaşayan anamı ve babamı sık sık ziyaret ediyorum. Telefonla da sürekli hal ve hatırlarını soruyorum.

Anam 78 babam 80 yaşındalar.  Daha dün sekiz çocuklu bir hanede cıvıl cıvıl kalabalık bir hayat yaşarlarken, şimdi o koca hanede, sekiz çocuklarından hiç birisinin yanlarında olmadığı ve hayatlarını bir başlarına sürdürmek zorunda kaldıkları bir gerçeklikle karşı karşıyalar.

Günün yirmi dört saati, onların bu yalnızlıklarını düşünerek ve her an kendileriyle ilgili bir olumsuz haber alma kaygısı ve korkusuyla geçiyor. Elbette diğer kardeşlerim de aynı kaygı ile sürdürüyorlar hayatlarını… Bu “garip” hayat işte böyle bir hayat… Bütün haneleri ve dolayısıyla bütün yurdu hatta bütün dünyayı saran bir gariplik bu... Elbette sadece benim ve kardeşlerimin yaşadığı bir gariplik de değil…

Bu nasıl bir garipliktir ki, insanı doğduğu yerden koparıp, büyüyüp evleninceye kadar aynı kaderi, aynı yatağı, aynı yastıkları, aynı kapıları, aynı tabakları, aynı çatal kaşıkları, aynı bardakları, aynı acıları, aynı hüzünleri, aynı sevinçleri aynı mekânlarda yaşayan sevdiklerini, kardeşlerini, kilometrelerce uzaklara savurup, kendi sorunlarının içine atıp, geçmişteki bu yaşanmışlıkları acımasızca tüketiyor, hoyratça harcıyor ve neredeyse kardeşi kardeşe, onların çocuklarını kendi çocuklarına unutturuyor. Onları birbirlerinden uzak tutmak için planlar, projeler geliştiriyor.  İki kuzen farklı bir şehirde on yıl sonra karşılaştıklarında birbirlerini tanımadan, birbirlerine omuz atıp çekip gidecekler ya da dönüp birbirlerine kafa atacaklar, yumruk yumruğa kavga edecekler ve belki de daha büyük tehlikelerle yüz yüze kalacaklar git gide… Hatta bu tehlikeler yaşanmaya başladı bile…

İşte bu duygularla yanımda bulunan bir kız kardeşim daha olmak üzere, köye doğru yaklaşırken hem babamın hem de anamın Konya’ya gidecek şekilde hazırlanmalarını bildirdim telefonla. 

Yanlarına ulaştığımda aslında anamın iki gün önce rahatsızlandığını öğrendim. Düşünebiliyor musunuz, annelerin hassas yüreklerinin nelerle meşgul olduğunu? İki gün sonra düğüne geleceğimi bildiği için,“nasıl olsa düğüne gelecek, şimdiden rahatsız edip de onu hem düğünden etmeyeyim, hem de iki taraflı hem maddi hem de zaman israfına sokmayayım” diye düşünmüş ve iki gün önce rahatsızlandığı halde beklemiş.Ana yüreğine bakar mısınız? Kendi hayatını benim hayatımın gerisine atan bir yürek… “Anam beni bekleyecek ama bakalım rahatsızlığı onu bekleyecek mi?” hiç düşünmemiş.

Tüm analar böyledir biliyor musunuz?

Aslında babam iki senedir bir göz kapağı rahatsızlığı yaşıyordu. Doktorlar; “mutlaka ameliyat olmalısın” demişti ama o her defasında erteliyordu bunu. Ta ki anam bir sabah kalktığında gözlerinin önündeki nesneleri bir iken görmeye başlayıncaya kadar erteledi… Ama artık erteleme şansı kalmamış ve ameliyat olma iradesi onun elinden çıkmış bizlerin eline geçmişti.

Zira ameliyat olması için Konya’ya getirmeye bir türlü ikna edemiyorduk kendisini.

İşte o garip hayat, bir Pazar günü, seksener yaşında hem de her ikisini birden, ikisinin de gözlerindeki rahatsızlıktan dolayı Meram Araştırma Hastanesi Acil Servisinde hekimlerin huzuruna çıkarıverdi.

Pazar gecesi başlayan hastane serüvenimiz, göz hastalıkları, nöroloji ve dâhiliye kliniklerinde devam ediyor hala…

Bizleri kucaklarında büyütüp bu garip hayata teslim eden anam ve babam şimdi bizim kucaklarımızda seksen yılın yorgunluğu neticesinde yorulan gözlerine derman arıyorlar. Ürkeklikleri, besleyip, büyütüp bir yerlere ulaştırdıkları biz evlatlarına bile yük olma endişelerini yorgun gözlerinden anlamak hiç de zor değil.

Bugün hastaneye giderken önümüzde seyreden bir aracın arka camında; “anamın duası, babamın hem duası hem de parası” şeklinde bir yazı yazıyordu boydan boya. Okudum, gülümsedim, sonra yutkundum….

Şu an için babamın bir gözüne operasyon uygulandı, diğer gözüne ise bir ay sonra uygulanacak inşallah. 

Anamın gözlerinin rahatsızlık nedeni ise henüz anlaşılmış değil, tetkik ve tedaviler devam ediyor.

Anamın ve babamın yaşında olan analar ve babalar; üçer, beşer, altışar bazen sekizer- onar evladını, yemeyip yedirerek, giymeyip giydirerek besleyip, büyütüp, evlendirerek, bu garip hayatın kucağına teslim eden analar ve babalardır. Onlar yaşadıkları süre içinde hayatın hiçbir tadından nasiplenmemiş, çile ve meşakkatlerle günleri tükenmiş, yine de hayatlarından hiçbir zaman şikâyetçi olmamış analar ve babalardır. 

Bu garip hayat bizleri, en iyi evlerle en iyi arabalarla en iyi cep telefonlarıyla en iyi tatil paketleriyle oyalamaya, kandırmaya devam ediyor.

Bu garip hayat bizleri; arkadaşlarımıza, komşularımıza, tanıdıklarımıza, tanımadıklarımıza, edindiğimiz mallarla hava atma yarışına sokmaya devam ediyor.

Arabam son model olsun, evim beş artı bir olsun ama anama babama ne olursa olsun…

Söyleyin sizce de “garip” değil mi bu hayat?