Son günlerde tuhaf şeyler oluyor. Güneydoğuda insanlar bir elden yönetilircesine ayrılık türküleri söylüyor. Hakkâri, Şırnak, Batman, Diyarbakır'da devletin hâkimiyetini göremiyoruz. Nerede ise devlet yok denecek kadar zayıf. Hatta devlet eli ile illegal yapıların işleri yapılıyor.

Şehirlerin, ilçelerin, beldelerin ve köylerin isimleri değişiyor tabelalarını da devlete taktırıyorlar. Cizre'de yollar kazılıyor devletin iş makineleri ile.

Kazılan yerler terör örgütlerince yol kesme ve siper olarak kullanılıyor. Sanki orada yeni bir devlet kurulmuş gibi pasaport kontrolü, vergi tahsilâtı, halk mahkemeleri (?) VS.

Safsata işlemler yapılıyor.

Halk kendine hizmet edeni değil de şovenist ve ırkçı yaklaşımlarda olanları bağrına basıyor. Sanki oralarda bağımsızlıklarını ilan etmişler.

Çok değil bundan 40 yıl öncesine kadar aynı idealleri, aynı acılara ağlayan, aynı sevinçlere mutluluk duyan bu insanlara ne odu da düşmanca bir tavrın içine girdiler. Dün Kıbrıs'a asker gönderen devletinin arkasında tek yumruk olup birleşenler, askerine elindeki ekmeğini veren, sırtındaki ceketini, ayağındaki çorabını paylaşan bu halka, ne oldu da şimdi taşla sopayla karşılıyor. Mehmedime kurşun sıkanları kahraman gibi karşılıyor.

Kobani olaylarını bahane edip sokakları savaş alanına çeviriyorlar. Devlet bir günde 220000 Kobani'li Kürt'ü bağrına basıp, yurt verip ekmeğini paylaşıyor. Ama efendiler, güler yüzünü esirgediği Mehmet'e taş atarken 150 tane Peşmerge'yi  "vatan kurtaran kahramanlar" gibi ellerinde çiçeklerle boyunlarına sarılıyorlar.

Sen oraya birinci sınıf hizmet edeceğim diye ülkenin kıt imkânlarını seferber edeceksin; ama beyler yaptığınız yolları, köprüleri, hastaneleri, iş makinelerini, okulları, devlet dairelerini yakıp yıkacaklar. Vergi, elektrik, su parasını ödemeyecekler, her türlü gayri yasal işlerde bulunacaklar ve bunların yasal hale gelmesi için sokakları savaş alanına çevirecekler.

''Sokak en demokratik hak arama yeridir'' deyip devletin tansiyonunu ölçeceksin, tepkiler sertleşince çark edip ''kışkırtma'' deme ikiyüzlülüğünü göstereceksin.

İşin garibi bir Başbakan Yardımcısı da çıkacak ''bunlar provokasyondur, oyuna gelmeyelim'' diyecek.

İyide Sayın bakan, bu provokatörler kim? Niçin yakalanmıyorlar?

Yahu bu adamlar ikiyüzlü. Bunların karakterleri de, siyasetleri gibi. 

Siz, ne kadar çözüm sürecinin ülkeye barış getirmesinden umutlu iseniz onlar da güçlerini test etme ve size kabul ettirme peşinde koşacaklar.

Bunlar demokrasiden, insan haklarından falan anlamazlar. Stalinist yapıya sahipler. Tek anladıkları dil Stalin'inki.

Savundukları görüşün insanlara nasıl zulüm ettiğini bildikleri halde o yapıdan asla vazgeçmeyeceklerdir. 

AMİDA'nın( AMED) şımarık hatta şımartılmış çocuklarına Taşkent'in, Hadim'in, Ermenek'in, Akseki'nin dağ köylerinde yaşayan insanların 100-150 TL aylıkla nasıl hayatlarını sürdürdüklerini bir göstermek lazım. 

Sayın Başbakan o bölgenin çocuğudur. 

O insanların devlete bağlılığı istismar edilmemeli. Doğrusu benim de memleketim olan Taşkent'in insanı eline taş, sopa alıp isyan etmiyorsa asaletinden, devletine bağlılığından. 

Kısaca Amida'nın çocuklarını daha fazla şımartmaya, daha çok semirtmeye devam edilmemelidir.

İşin garibi, Doğu ve Güneydoğu'nun insanı dinine bağlı, İslam'ı bihakkın yaşayanlardır. Ama bu inançsız yapıya şeyhlerin, tarikat ehli insanların nasıl hizmet ettiğini maalesef müşahede etmekteyiz.

Nasıl olurda bu Stalinist yapı mensuplarının kendi dinleri ile savaştıklarını görmezler?

Kendi önlerindeki en büyük engelin, İslam kardeşliğini kaldırmak için her türlü ahlaksız yola başvurduklarını nasıl görmezler?

 Bunlar, inançsız Kürt'le değil inançlı Kürt'le savaşmaktadır.

Her sokak olayları sonrası bir heyet İmralı'ya gidip talimat alıp sonrasında ''Sayın Öcalan da bu olayları kışkırtma olarak niteledi''diyerek olayları sükûnete erdirmeye çalışıyorlar. Kandil'deki eli kanlı katiller grubu da bu olaylara katılıp ''Aman ha yol kesmeyin, pasaport kontrolü yapmayın''uyarısında bulunuyor. Sonrasında da barışa Öcalan karar verir savaşa biz''diye aba altından sopa gösteriyor. Aslında bu hareketlerin tek merkezi İmralı'dır. Yani taktik gereği değişik argümanlar kullanarak gücünü test ederek devlete gözdağı vermektedir. “siz bana muhtaçsınız” demektedir.

Barış sürecinde, tiyatro oynanmaktadır, maalesef yönetmeni İmralı'dır. Aslında PKK' ı dinlendirerek hem zaman kazanmaktadır, hem de güç toplamaktadır. Yurt içindeki gençlerini sahaya sürerken aslında gücünü göstermektedir. Yani; bunların Kandil de Meclisteki tuzlukları da sokaktaki militanları da hepsi İmralı tarafından yönetilmektedir.  İkiyüzlü politika yürütmektedirler. Halkını da buna inandırmışlar, onları da gösterilerde kullanmaktadırlar.

Artık devlet gücünü gösterme zamanı gelip geçmiştir. İmralı, Kandil her ne ise muhatap alınmamalıdır. Devlet herkesle görüşebilir, teröristle bile. 

Bunlar istediği için değil, halkına eşit davrandığı için hizmetini yapmalıdır.

  Asla pazarlık yapmamalıdır. 

  Yirmi iki yıl evvel rahmetli Erbakan hocamız meclis kürsüsünden şöyle sesleniyordu: Körfez krizinden önce ABD, İsrail, İngiltere ve dış güçler, Kürtlere; 

- Devletinizi kurmak için savaşın dediler,

- Kürtler;  İran ve Türkiye çok güçlü, onların tankları uçakları var biz nasıl savaşacağız?

- Saddam'dan kalan silahlar sizin olacak. Sizinde uçaklarınız ve tanklarınız olacak!dediler.

- Batılıların planı bu. 

-Peki ya bizim planımız ne?'' diye milletvekillerine soruyordu.

Şimdi bakıyoruz; Irak ve Suriye sınırımızda ur gibi bir Kürt devleti kurulmaya çalışılıyor. İçerideki taşeronları da ülkemizin güney doğusunu bölme hayali güdüyor.

Öncelikli kırmızıçizgimiz, Irak ve Suriye'nin toprak bütünlüğüdür.

 Batılı sırtlanların, petrol ve doğalgaz oyunu sonucunda ortaya peyk bir Kürt devleti kurmalarına asla müsaade etmemeliyiz.

Şayet, Irak ve Suriye bölünecek ise bizim de Lozan öncesi haklarımızı geri isteme hakkımız doğmaktadır. 

Musul, Kerkük, Kobani gibi yerleşim yerleri bizim ata topraklarımızdır. Üzerinde yaşayan halkın yarı akrabası da bizim topraklarımızdadır. Burada; 5000-10000 km öteden gelen devletlerin söz hakkı olmaması gerekir.

Gerekirse Türkiye, istikametini değiştirip İran, Rusya ve Çin ile işbirliği yaparak bu sorunu çözmesi gerekir. Ekonomik, siyasi ve stratejik işbirliğini güçlendirilmelidir.

Güneydoğumuzda ki bu kardeş kavgasının temelini; sosyologlar, siyaset ve toplum bilimciler tarafından mutlaka irdelenmeli ve tedavi yolları bulunmalıdır. 

Gençliğimize sahip çıkıp onlara İslam kardeşliği aidiyeti verilmelidir. Orta öğretimdeki çocuklarımıza mutlaka ama mutlaka İslam kardeşliği duygusunu aşılamalıyız. Bunu sağlayabilirsek  beş sene sonra bu eli kanlı katil örgüt taban bulmakta zorlanacaktır.

Aidiyet üzerine- toplum asabiyeti- kazandırılmalıdır.

 Suç işleyenler mutlaka cezalandırılmalı ve ''genel af'' gibi kavramlar dillendirilmemelidir. 

Siz her suç işleyeni affederseniz toplumun yargıya ve adalete güvenini sarsmış olursunuz. 

Ayrıca şahıslara karşı işlenen suçların affı ancak mağdur tarafından sağlanmalı, yani af yetkisi devlette değil olayın mağduruna verilmelidir.

Vereceğiniz cezaların kamu vicdanında karşılığı olmalıdır. Kamu vicdanını rahatlatmayan cezaların insanımızın adalete güven duygusunu zedelemektedir.

 Siz, ülkenin Cumhurbaşkanına   “Son olarak halkçı liseliler olarak şunu söylüyoruz, yolsuzluğun, rüşvetin, hırsızlığın başı olarak Erdoğan'ı bu ülkenin cumhurbaşkanı olarak değil, kaçak sarayın hırsız sahibi olarak görüyoruz” diyerek hakaret eden lise öğrencisinin eline kelepçe vuruldu diye tam tam çalarsanız, bu terörist anlayışta askerinize, aynı çocuklarla taş attırır. Buradan siyasi getirim elde etmek isteyen ana muhalefette, o hakaretler bir gün bumerang gibi sizi vurduğunda, siz de sesinizi çıkartamazsınız. 

Stalinist örgütün meclis uzantısının en çok rahatsız olduğu, devleti sık sık tehdit ettiği,  ''kamu düzenini ve güvenliğini koruma'' ilgili yasa mutlaka çıkarılmalıdır.

 Devlet elbette ki müşfik yüzünü vatandaşına göstermelidir. Celaliyetini de, masum insanları katleden bu teröristlere göstermelidir.

BİN YILDIR KARDEŞÇE YAŞADIĞIMIZ BU TOPRAKLARDA İSLAMIN SON KALESİ VE SON ORDUSUNUN SANCAĞI ALTINDA EBEDİYETE KADAR YAŞAYACAĞIZ.