Yıl 1980. Yer İzmir. Öğrencilik yıllarımdı. Öğrenim gördüğüm okulun müfredatı; haftada iki gün, Salı ve Cuma günleri Halkapınar’da bulunan Atatürk Stadyumunda spor yapılmasına göre hazırlanmıştı. Ben de okulun atletizm takımına seçilmiş ve her iki günde oraya antrenman yapmaya gidiyorduk.

Bizim okuldan başka; daha birçok okul, spor kulübü, askeri birlik, resmi kurum ve kuruluşların spor takımları da aynı amaçla orada bulunuyorlardı. Demem o ki; orası stadyumun yanında bulunan onlarca antrenman sahası ile birlikte, tabiri caiz ise “ağzına kadar insan ile dolup taşan” bir bölgeydi.

Antrenmanımız bittikten sonra duş almak üzere kabine girdiğimde, kabinin köşesinde büyükçe bir zincirin varlığını gördüm. Eğilip aldım. Bu altın bir kolyeydi. İşim bitince, kolyeyi de cebime koyup hemen ilerde bekleyen okul servisine yöneldim. Okul servisimiz, hareket saati geçmesine rağmen olduğu yerde öylece duruyordu. Öğrendiğime göre arkadaşlarımızdan birisinin gecikmesi nedeniyle bekliyormuşuz. Bir müddet daha bekledikten sonra arkadaşımız çok üzgün bir şekilde aracımıza geldi. Niçin geciktiğini ve üzgün olduğunu sorduğumuzda; “altın kolyesini kaybettiğini ve onu aramak için geciktiğini” söyledi.

Günlük olarak binlerce insanın bulunduğu bir bölgede, duş kabinlerine giren ve çıkanın da haddi hesabı olmadığına göre, altın kolyenin sahibini bulmamın mümkün olamayacağını düşünerek bir kayıp eşya bürosuna teslim etmeyi düşünmüştüm. Ama şans eseri altın kolyenin sahibinin kendi okulumdan bir arkadaşımın oluşu beni ziyadesiyle sevindirmişti. Birkaç tanımlama sorusundan sonra kolyeyi arkadaşıma verirken, onun sevincini ve benim mutluluğumu satın alacak hiçbir altın kolyenin bulunamayacağını ifade etmek isterim. Diğer arkadaşlarımın da bana karşı yapmış oldukları taltif ve teşekkür ifadeleri, ne yalan söyleyeyim ruhumu okşamıştı. Bu arada; öğrencilik yıllarımda, harçlığımın çok yetersiz bir miktarda bulunduğunu da ilave etmek istiyorum.

Yıl 2009. Yer Konya. Bir sitenin bahçesinden geçerken parıltılı bir şey ilişti gözüme. Eğilip yerden aldığımda büyükçe bir altın kolye olduğunu gördüm. Etrafıma bakındığımda kimseler yoktu. Elimde sallayarak yüz metre ileride, oturan birkaç beyefendinin bulunduğu yere doğru ilerledim. Yanlarına vardığımda; “bulduğum şeyin altın olup olmadığını” teyit ettirmek maksadıyla onlara doğru uzattım. Onlar da inceledikten sonra ve arka kısmında yazan firma isminden de anlaşılacağı üzere bunun kıymetli bir altın kolye olduğunu söylediler. Yine de emin olmak için yakında bulunan bir alışveriş merkezinin içinde bulunan bir sarrafa götürüp, “bu şeyin ne olduğunu?” sordum. O da, “bunun yaklaşık olarak 1500,00 TL değerinde bir setin en büyük parçası olduğunu” söyledi…

Altın kolyeyi bulduğum yere geri dönüp sitenin hizmetlisine; “ilan panosuna bir kayıp ilanı yazısı yazmasını ve altına da benim telefon numaramı ilave etmesini” söyledim. Daha sonra da, yakın bir mesafedeki kuaföre giderek, bir ziynet eşyası kaybı ile haberlerinin bulunup bulunmadığını sordum. Soruyu duyar duymaz içeride ne kadar bayan varsa dışarıya fırlayıp etrafımı sardılar. “İki saat kadar önce bir gelin başı yaptıklarını ve daha sonra da altın kolyesinin kayıp olduğunu bildirdiğini” söylediler. Bu yüzden kendilerinin de zan altında bulunduklarını heyecanlı bir şekilde anlattılar. O şahısları derhal çağırmalarını söyleyerek ve telefon numaramı da bırakarak ayrıldım oradan. Bir müddet sonra haber geldi ve geri döndüm. Oraya vardığımda bir beyefendinin ve gelin kızımızın orada beklediğini gördüm. “Altın Kolyenin kendilerinin olduğunu” söyleyerek vermemi talep ettiler. Ben de “bu kolyenin bir set olduğunu, diğer parçalarının gösterilmesi halinde kendilerinin olduğuna ikna olacağımı” söyledim. Gerçekten de diğer parçaları ile bulduğum altın kolye aynı setin tamamlayıcılarıydılar. Altın kolyeyi kendilerine takdim ederken, hiçbir “altın kolye” ile değeri ölçülemeyecek derecede bir mutluluk yaşadım.

 Karşılıklı olarak telefon numaralarımızı alıp olay mahallini terk ettik. Ondan sonraki günlerde en az on kişiden tebrik telefonu, özel günlerde de kutlama mesajları aldığımı ifade etmek istiyorum.

Öğretmen, öğrencilerine dönerek şöyle dedi. “Çocuklar yarın herkes bir tavuk getirecek. Ama bu tavuğu yakalarken hiç kimse görmeyecek. Yarın bu şartlarda tavuk getiren herkes sınavı kazanmış olacak.”

Ertesi gün Ali derse biraz geç kalmıştı. Ders başlayalı on dakika olmuştu ama Ali sınıfa hıçkırıklar içerisinde henüz giriyordu. Öğretmen Ali’ye “niçin geciktiğini ve ağladığını?” sordu.

Ali hıçkırıklar içinde cevap verdi:

“Öğretmenim ben tavuk getiremedim. Nereye gittiysem, hangi kümese girdiysem biri beni gözetliyordu. Bu yüzden de kimsenin görmediği bir yer bulamadım ve tavuğu da getiremedim” dedi mahcup bir şekilde…

Öğretmen Ali’yi teselli etti ve başını okşayarak, yerine oturmasını söyledi.

Ali sınavı kazanmıştı.