Fetullahçı Örgüt tarafından girişilen darbe hareketinin üzerinden nerede ise 10 günden fazla bir süre geçti. Ancak ülke ve özellikle de bu harekete sempati ile bakan çevre halen şokta. Onlarca yıldır İslam vurgusu ile insanlara yaklaşan bir hareketin üyelerinin insanlara; özellikle de kendi canından kanından ve dininden olanlara ateş açmasını anlamakta zorlanıyorlar. 

Normal bir insanın dahi yapmakta tereddüt edeceği bir hareketi yıllarca İslami literatürü kullanmış ve kendilerini İslam'ı yaymakla görevli olarak tanıtan insanların hiç tereddüt etmeden masum insanların üzerine ateş açması ve onlarca insanı katletmeleri bir türlü kabullenilemiyor veya kabul edilmek istenmiyor. Ancak yaşananlar bir rüya değil, gerçek. Bu milletin bağışladığı para ile güçlenen ve kendilerini hizmet ehli olarak vasıflandıran cemaat, kendi milletinin hizmetinde olmadığını, kendi çıkarlarının her şeyin önünde ve üstünde olduğunu gösterdi.

Milletin oyu ile iş başına gelmiş bir parlamentoyu ve yine milletin oyu ile iş başına gelmiş bir Cumhurbaşkanını yıkmak, görevden uzaklaştırmak ve hele hele onun canına kast etmek hiçbir samimi Müslümanın yapacağı bir eylem olamaz. Hele hele bütün cemaatlerin ve özellikle de Fetullahçıların sürekli dillendirdikleri “Ulu'l emre itaat” anlayışının bir anda kendi çıkarları için terk edilmesi ve devletin en tepesinde bulunan Cumhurbaşkanına suikast girişiminde bulunulması, akılla izah edilebilecek bir durum değil.

***

Darbe girişiminin üzerinden vakit geçtikçe bu işi bilenler ve bu hareket tarafından daha önce hedef alınıp cezalandırılanlar bildiklerini televizyon kanallarında anlatmaya başladılar. Daha önce bu insanların anlattıkları ciddiye alınmıyordu. Darbe girişiminden sonra herkes ne söyleyecekler diye ağızlarının içine bakıyor. Mesela bu konuda yazdığı bir kitap yüzünden görevinden olup hapse düşen Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, katıldığı NTV'deki canlı yayında şunları söyledi: “Cemaat 17 Aralık'ta kaybettiği devleti yeniden geri almak istiyordu.” 

Önemli bir tespit Hanefi Avcı'nın söyledikleri. Demek ki 17 Aralık'a kadar hükümet ile uyum içinde çalışan örgüt, her hangi bir sebepten çıkan bir anlaşmazlık sonrası hükümet ile ters düştü. Ters düşme sonucu bildiklerini kamuoyuna açıkladılar. Hükümetin bu konuda karşı harekete kalkışması ve üzerlerine gelinmesi üzerine 25 Aralık sivil darbe girişimini vizyona soktular. Hükümet bu senaryoya da prim vermeyince; hatta kararlı bir şekilde örgütün üzerine gitmeye devam edince 2003 yılından ve özellikle de 12 Eylül 2010 yılında yapılan referandum sonrası ele geçirdikleri devlet kademelerini kaybetmemek için askeri bir kalkışma içerisine girdiler.

***

Albay Ahmet Zeki Üçok, CNN'de yayınlanan “Tarafsız Bölge” programında şok rakamlarla yüreğimizi hoplattı.  Üçok, ordu içinde özellikle Tuğgeneral rütbesi içerisinde Fetullahçı yapılanma içerisinde yer alanların sayısının yüzde yetmiş ikiler seviyesinde olduğunu söyledi. Kadrolaşmanın bu hızla devam etmesi halinde 6 veya 8 yıl sonra TSK'da bütün general rütbesi taşıyanların bu yapının elemanlarından oluşacağını belirtti. Bu rakamları duyunca “Allah bu milleti korudu” diye düşündüm. Ya bu adamlar 6-7 yıl daha sabredebilselerdi! O zaman bütün generaller, bu şer yapının elemanı olacağı için istedikleri darbeyi rahat bir şekilde yapacaklardı.

Bu gazetede birlikte yazmaktan gurur duyduğum Cemal Çağlar yazılarında bu millet için “Ulu ve dualı Türk Milleti” tabirini kullanır. Gerçekten son zamanlarda başımıza gelenlere (Ergenekon Davası, İzmir Casusluk Davası, 17- 25 Aralık'ta acele edilmesi, bu darbe girişiminin akıllara zarar bir saatte yapılması!) bakınca bu söze katılmamak elde değil. Her halde Haçlı Seferleri sırasındaki duruşumuz, Osmanlı'nın o parlak dönemlerinde Avrupa karşısındaki tavrı, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı sırasında gösterdiğimiz İslam'ı koruma şevkimiz ve Cumhuriyet döneminde izlediğimiz ehli sünnet yol bu sözü doğrular nitelikte.

Ulu ve dualı Türk Milleti, bu badireyi de Allah'ın izni ile atlattı. Hem de daha 15 Temmuz darbe saatine kadar birbirleri ile kavgalı olan ve hatta amiyane tabirle “bir birlerine kurşun atan” siyasi parti taraftarları ortak bir düşman karşısında hemen kenetlendi. Geçmişte edilen sözler unutuldu ve devlet ve demokrasiyi korumak için meydanlara çıkıp kol kola darbecilere karşı durdular. 

***

Bundan sonra yapılacak olan bu yapılanmanın üzerine daha kararlı bir şekilde gidilip bütün mal varlığına el koymak olacaktır. Zaten bu mal varlığı milletin verdiği sadaka sonucu oluşmuştu. Yani millete aitti, yine asıl sahibinin hizmetine sunulmalıdır. Milletin anasının ak sütü gibi helaldir.

***

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, CNN Türk canlı yayınında Hakan Çelik'in konuğu oldu. Gökçek, “Fethullah Gülen bu kadar büyük bir kitleyi hangi araçlarla kontrol edebiliyor? Nedir onu farklılaştıran?” sorusu üzerine, "Özellikle belki size çok komik gelecek ama bunu enteresan bir metotla yapıyor. Üç harflilerle yapıyor. Herkes bundan sonra biraz da onu tartışsın. Üç harflilerle yapıyor. İnsanları esir alıyor" dedi.

Melih Gökçek'e hak vermemek olmaz. Ama eksiğini de tamamlamak gerekir. Bunlar dört harfli (ANAP) tarafından palazlandırıldılar. Üç harfliler tarafından (DYP- DSP) korundular. Bir başka üç harfli tarafından (AKP) zirveye taşındılar. Sonunda zirveye taşıyan üç harfli yaptığı hatayı gördü ve!

Uyanmak yok, uyumaya devam!..