Arabada giderken radyoda  Fenerbahçe kongresinden yayın yapılıyordu. Ali Koç konuşuyordu.

Biraz dinleyince kulak kesildim.  Tane tane ,   yavaş yavaş konuşuyordu.. Sesi başlangıçta gereğinden fazla sade iken sonra kongre rengine büründü . Ama yine de tevazununhakim olduğu bir konuşmaydı.  Hayranlıkla izledim.

Rakibini  eleştirirken  saygılı, rakibinin iyi taraflarını samimice ortaya koyan, eksikliklerini  de kırmadan dile getiren bir üslubun hakim olduğu bir atmosferi yansıtıyordu.

Başarısızlığın sebeplerini ortaya koyarken olayları net bir şekilde analiz ediyordu.

Projelerini  ve yapacaklarını anlatırken, rakibinin zaten başarısız olduğu sonucu çıkıyordu.

Bir Beşiktaşlı olarak   ilgi ile dinledim, konuşmayı.

Konuşmanın içeriği güçlü,  sesi  mütevazı idi.

Tam bir iş adamı dedim.   İkna edici şekilde konuşuyordu.
Yöneteceği kurumu kısır çekişmelerin  girdabından çıkarıp  evrensel futbolun  merkezine çıkaracağım mesajını net bir şekilde ifade ediyordu.

Başına geçeceği kurumu kurumsallaştırabilmek için adeta gelecekteki yönetim biçiminin ilkelerini  ortaya koyuyor, organizasyonu nasıl bir ekiple yöneteceğini,   nasıl bir yönetim biçimi sergileyeceğini gösteriyordu.

Sonra ülkemizdeki seçimleri hatırladım, biraz burukluk yaşadım.   

Biz manaya, iknaya, analize değer veren bir tercihten çok gücün gürültüde olduğuna inan bir yapımız var diye aklımdan geçirdim.

Tam o sırada Ali Koç,  Aziz Yıldırım dönemini anlatırken  Aziz Yıldırım’ın olumlu yanlarını  bir bir taktir edip övdükten sonra eksikliklerini de dile getiriyordu.

20 yıllık yöneticiliği sırasında hep hataları karşısına yükleyen bir tarzı olduğunu, kendi öz eleştirisini yapmadığını söylüyordu.

Hiç kimse Fenerbahçe’den büyük değil diyen Aziz Başkan’a aynı cümleyle ; siz de Fenerbahçe’den büyük değilsiniz diyordu, Ali Koç.

Her başarıyı  kendinize mal ettiniz,  hep ‘’ Ben’’ dediniz. Başarısızlığı başkalarına fatura ettiniz derken,  gücün ülkemizdeki genel tavrını da dile getiriyordu.

Tam bir yönetim bilgesi kıvamında bir konuşmaydı.

Şampiyon olduğumuz zamanlarda; Teknik direktörlerin başarılarını; yok saydınız,

'’Sanki o mu bizi şampiyon yaptı?' diyerek hep küçümsediniz. Sanki kendi şahsi hesaplarınızdan ödeme yapmış gibi 'Bu parayı vermeseydik şampiyon olabilir miydik?' dediniz. İyi bir başkan elde edilen başarılardan sonra emeği geçen herkesi taçlandırır ve gurur duyar, mütevazı bir şekilde hedefe ulaşmanın gururunu yaşar’’     diyordu.

Derken iş çevrelerinin yaygın davranışlarını da Aziz Yıldırım’ın   yönetim anlayışında adeta topluma da mesaj veriyordu.

Güç zehirlenmesi yaşayan Aziz Yıldırım, bu  gücü bırakmama adına konuşmasını çok gürültülü bir şekilde  yapıyor,  manevralarına devam ediyordu.

Tıpkı güç ile zehirlenen lider ve yöneticilerin bulundukları yeri koruma adına ayaklar altına aldıkları ilkeleri ezdikleri gibi.

Ben konuşmayı izlerken Ülkemizi düşündüm.

Yaklaşan seçimleri  düşündüm.  Bağıran çağıran liderleri düşündüm. Keşke dedim ülke sorunlarını da bu tarz bir analizle  seçim atmosferine taşıyabilseydik. 

Ali Koç o sırada zamanın değiştiğini söylüyordu. Eskiden gürültü, patırtı manevralarla seçmenin gözünü boyuyordunuz, şimdi üyeler bilinçli, duyarlı analizyapıyorlar  doğru kararı verecekler derken, keşke demekten kendimi alamadım.

24 Haziran seçiminde de doğru analizlerle karar verebilecek miyiz diye düşünmeden edemedim

Ülkemizde genelde, gücü;  ama delege, ama nüfuz, ama maddi imkânlarla elinde bulunduranlar, gürültü ve heyecanlı ortamlar yardımı ile insanların algısını sandığa kendi başarıları adına taşıdılar.  

Basiretsiz, güç peşinde koşan, kişisel hırslarına her şeyi feda edebilen seçilmişler;  yönettikleri ama devlet olsun kurumlar olsun şirketler olsun, sonuçta çok değerli yılların, emeklerin kaynakların israfına sebep oldular.  Ülke, şirketler takımlar ne başarısızlıklar yaşadı.  Ve bu insanlar bu başarısızlıklarını başkalarına ne kadar kolay mal ettiler. Sonuçta neler kaybettik. Hiçbir sorumluluğu kabul etmeden, öz eleştiri yapmadan.

Ali Koç’un içi dolu dolu bu konuşmasının ne kadarı sandığa yansır bilemem. Ama toplum adına, yöneticiler adına içerisinde dersler dolu bir konuşmaydı.

Sonra haber başladığında Liderlerden haberler vardı. 

Ortam eski Türkiye.

İnsanları rencide eden konuşmalar,  laf sokmalar, hakarete varan söylemler.

Kendi tarafının safını pekiştirme adına karşı tarafı küçük düşürme savaşı devam ediyordu.

Bu gürültünün neresinden medeniyete dair proje üretilebilir diye düşündüm.

Mitingler daha iyisini yapabilirim, benim projelerimden çok, benim hakaretlerim seviyesinde sürüp gidiyor.

Tıpkı yıllar önce beldemdeki seçimler gibi. İnsanları kahvelerine kadar, otobüslerine kadar ikiye bölen politikacılar,  beldeyi 20 yılda mezraya çevirdiler. 

Ucuz kararlarla beldeyi  yaşanmaz hale getirdiler 

Belki bir Bodrum, Kuşadası ya da Akdeniz’de  muhteşem bir turizm beldesi olabilecek bir yeri,  insanlara zarar veren  yolu olmayan bir limanın  tecavüzüne terk ettiler.

Demek ki gürültülü heyecanlı seçimler, seçmenin dikkatini kendinde toplayan hokkabaz misali bir sihirle oyunu alan sihirbazın gücü temsil eden makama oturmasıymış. 

Güçlülerin gürültüleri devam ettiğine göre, bu düzen hala devam edeceğe benziyor.

Aklımızı başımıza, irademizi elimize alma zamanı geldi de geçiyor.

Seçmen olarak bizler kendi hırslarımızdan, duygularımızdan sıyrılıp iyi analiz edip muhasebe yapıp derin muhakeme ve feraset ile karar vereceğimiz bir seçime gidiyoruz.

Şaşalı,heyecanlı , kulağımıza hoş gelen , duygularımızı okşayan, hırslarımızı hareketlendiren  gürültülü güçleri tercih edeceğimize , içeriği güçlü ayakları  yere basan, stratejik olarak zaman ve mekan içinde ülkemizi, kurumumuzu geleceğe taşıyacak tercihlerimizle karar vermeliyiz.