İstatistiklere göre Türkiye’de eğitim sistemi hala belini doğrulmuş değil… Kitap okuma alışkanlığı bakımından ise dünyanın birçok ülkesinin çok gerilerindeyiz. Eğitimcilere göre, sadece eğitim seviyemizin de dünya eğitim seviyesinden düşüklüğünden bahsetmek, bazı şeylerin farkında olmadığımızın göstergesidir. Bilerek ya da bilmeyerek eğitim seviyesini kendi ölçeklerine, kendi değerlerine göre yargılayarak bir sonuca varanlarda bazı gerçekleri göremiyor ya da görmezlikten geliyorlar sanırım. Ondandır kibir çok veli 3 yaşından itibaren çocuklarını yarış atı gibi eğitim yarışına hazırlamaya çalışıyor.

İçinde bulunduğumuz eğitim karmaşasında heder olan gelecek neslimizle birlikte onları kendileri için yaşanabilir bir gelecek hazırlayacak liyakate eriştirmek için çaba harcayan ebeveynlerde neredeyse Nasrettin hocanın leyleği kuşa çevirme armonisine dönüşmüştür. Ne ebeveynler bir noktada karar kılıp işte bu yol, işte bu sistem gelecek neslimizi yaşanabilir bir dünya kurmaları yönünde yetişmesi için yeterlidir diye bilmekte, ne eğitimciler nede o eğitimi alan geleceklerimiz.

Bir başka anlatımla ev sahibi eve gelen hırsızı tutmamış, hırsıza tutulmuştur. Onun içindir ki ne hırsız çekince gelmekte nede bırakınca gitmektedir. Bu karmaşanın çözümü de bir başka karmaşadır. Eğitimcilere göre farklı, eğitimsizlere göre farklı, soluksuz eğitimden, çocukluklarını, gençliklerini göremeden olgun yaşlara ulaşan arkamızda bırakmak istediğimiz eğitim alan çocuklarımız açısında da farklı farklıdır.

İnsan at iziyle it izini ayırt edemez hale gelip, leyleğin vakvaklarını taklit etmeye çalışırken kendi bülbül terennümünü unutunca ortaya böyle bir manzara çıkması da kaçınılmaz olur. Varsın istatistikler 2014 sonları itibarı işle okuma yazma bilmeyenlerin oranının 2–3 milyon civarına gerilediği ve artık dünya teknolojileriyle boy ölçüşecek yeni teknoloji çalışmalarının yeni kuşak nesiller tarafından arza piyasaya sürmeye çalışmaları aşamasına gelindiğinde dem vurulsun.

2015 e gelindiğinde bu gelişmeler Rahmetli Erbakan’ın, bundan yaklaşık 60 yıl önce Alman Leopar tanklarının yapımındaki katkısıyla rahmetli Adnan Menderes’in yaklaşık günümüzden 50 yıl önce ilk yerli otomobil olan Anadolu marka otomobilin icadına olan katkısını görmezden mi gelmeliyiz.

Ya bu gün peşlerinden elli yıldır koştuğumuz Avrupa’nın barbar Türkler, medeniyetsiz millet olarak lansa ettiği atalarımız olan Uygur Türklerinin Milattan 500 yıl önce Tanrı dağlarından TURFAN bölgesine uzanan 5.000 Km uzunluğundaki KARIZ kanallarına ne demeli… Bu gün Çinlilerin bu kanalları ülkelerinde deki 3.harika olarak kabul ettiği 45 derece çöl sıcaklığının altından akıp gelen su kanallarının yapıldıkları çağ dikkati nazara alınırsa 20. Yüzyıl’daki gelişmeleri hangi kefeye koyacağız.

Bu Karızlar çölün 60 km altından geçmekte farklı aralıklarda açılan kuyulardan çölü ihya etmeye devam etmektedir. Kanallar yeraltına kazılan dikey kuyulardan karşılıklı olarak kazılarak yapılmıştır. Allah’ın elçisinin (Müminin ferasetinden sakının) hadisi şerifinin tecelli etmesi için daha ne kadar beklememiz ve inançsız bir bilim adamının onca uğraştan sonra elde ettiği bir icadı beleşe konarak “bak bu bizim dinimizde, peygamberin hadisinde, Allah’ın Ayetinde var” diyerek sahiplenecek ve beleşten böbürleneceğiz…

Bu mudur? Son seklini almış bir dinin mensupları olmak.

Bu mudur? Yüce kitabın ilk emrinin “ oku” olduğunu söyleyerek kuru kuruya böbürlenmek.

Tembellik avuntuyla taçlandırılınca gerçekten uzaklaşıp gitmektedir. Oysa cebinde güneşi taşıyan insan, yıldızların peşine düşmemeli, öncelikle cebindekinin kıymetini bilmelidir. Ortaya bir şeyler koyduğunu ileri sürerek öne atılanlarda, atmış oldukları eserin geçmişte yapılıp yapılmadığı, yapıldıysa da yapılış çağındaki durum ve ahvalin ne düğüne dikkat edilmelidirler.

Dün ecdadın eteğini öpenlerin bu gün peşinde soluyorsak öncelikle oturup derim derin nefes aldıktan sonra düşünmeli, kastettiğimiz mesafenin ne olduğunu yeniden gözden geçirmeliyiz. Durumumuz öylesine yürekler acıtası hal almıştır ki beleş mezar aramak beceri olarak gösterilmektedir.

Kazancın her türlüsünü mübah sayan kapitalist sistemin bu halkın benliğine, töresine, inancına aykırı olduğu gerçeği artık kimsenin aklına bile gelmemeye başlamıştır.  Şatafatlı hayat herkesin arzuladığı, erişmek için yırtındığı, uğrunda kutsiyeti adına neyi varsa vermeden çekinmeyeceği bir hal almıştır. Durum böyle iken eğitimi eğitimcilerin değil de parası olanın konuşması tabii bir gerçek olarak görülmeye başlanmıştır.

Ne kadar paran varsa o kadar insansın mantığının hâkim olduğu günümüzde, insanların parayla alınıp satıldığı yontma taş devri horlamışta farkında bile değiliz… İnsanların parası olanları akıllı olmayanları ise ahmak olarak görmeye başladığı yirminci asırda hırsızlığı, dolayısıyla arsızlığı cezalandırmak abesle iştigalden başka bir şey değildir.  Bir başka tabirle ise, bataklığı kurutmak yerine bataklıkta sinek avlamak ancak parasıyla her şeyi yapabileceğini sınanan kapitalist mantığın ürünüdür.

Bunun çok canlı bir örneğini yaklaşık 30 yıl öce bir öğretmen arkadaşın şahsen gördüğünü nakletmesinden duymuştum. Küçük bir yerde yine her şeyi parayla satın alacağını sanan bir zavallının, cami hocasına hiç teklif bile etmeden cebine bir tomar para koyarak “hoca bu sene tuttuğun oruç benimdir” diyerek geçip gitmiştir…

Meğer kızmam boşunaymış o mektepli bir şeyden anlamaz demelerine. Tıpkı bu sözün altında yatan mananın ne olduğunu kavramayan sokak aydınlarının ağlanacak hallerine gülmeleri gibi.  Sivil hayatta okul nedir hoca nedir görmeyen Anadolu çocuğunun asker ocağında yükselişine gıpta edilmesi hiçte boşuna değilmiş…

Meğer tahsilli cahiller yanında eskilerin ‘rıhle-i tedrisat’ dedikleri bire bir eğitimlerin daha iyi olduğunu vurgulamak için söylenirmiş o anlamlı söz… Meğer parayla okul bitiren, parayla iş aş kuran yarı cahillere nispet olsun diye söylenirmiş; yolunu yordamını bilen asil, aydın, eğitimli insan demekmiş Alaylı…