TRT Belgesel TV’de “Ailenin Yeni Üyesi” ismiyle bir program yayınlanıyor.

Son yaşanan salgın olayı, siyaset, ekonomi v.s konularıyla ilgili olarak yapılan programların insanımızı bıktırmaya başladığı günlerde bu program şahsen benim çok dikkatimi çeken bir program olmakta.

Diriliş Ertuğrul Dizisinde de rol almış olan Avustralyalı Oyuncu Reshad Strik, gerçekten de programın hakkını vermesiyle dikkat çekiyor.

Bazen Hindistan’da bir trenin üzerinde ora halkıyla birlikte, bazen Afrika’nın yoksul bir köyünde köy halkından birinin bir ferdi olarak onlarla birlikte günlük yaşamın içinde görüyoruz.

Türkiye’de de buna benzer programlar yaptı ve izleyenlere duygusal dakikalar yaşattı

Bugün de Afrika’nın yoksul bir köyünde bir ailenin misafiriydi. İçme suyuna hasret, bir köyde bir avuç tahılı üretip ekmek yapıncaya kadar yaşanan zorlukları ve imkansızlıkları aktardı bize.

Programı izlerken, aklıma Salih’in çocukluğu geldi birden.

Salih, sabahın seher vakti, uykusunun en tatlı yerinde,  babasının “Salih, Oğlum kalk çifte gideceğiz” nidasıyla uyandı. Gözlerini ovarak istemeye istemeye kalktı yatağından. Önce yüzünü yıkamak için ibriklerin bulunduğu alana yöneldi. İbriği kaldırdı ama ibrik boştu. Sonra biraz ilerdeki bakracın üzerine örtülmüş bezi kaldırdı, onun içinde de su yoktu. Evin ihtiyacı olan su köye bir kilometre uzaklıktaki ve aşağıdaki dereden getiriliyordu. Annesi sanırım diğer su kaplarını doldurmak için hendeğe gitmişti. Çaresiz bekledi annesini.

Beklerken; “bari ahıra inip eşeğe semerini vurayım” diye düşündü, öyle de yaptı. Babası tohumluk buğdayı, “göz taşı” denilen zehirli bir ilaçla karıştırmakla meşguldü. Salih eşeğin semerini vurup eve girecekti ki annesini gördü.

Annesi nefes nefese kalmıştı. Elinden su kabının birisini aldı ve eve girdi. İbriği doldurup yıkadı yüzünü. Sonra babası tohumluk buğdayı heybeye koydu, omuzuna attı ve aşağıya inip eşeğe yükledi. Daha sonra da karasabanı, boyunduruğu eşeğe sarıp, öküzleri de ahırdan çıkarıp yola düştüler.

Salih ve babasının yolda giderken yemeleri için annesi, içlerinde taze lor bulunan iki ‘sıkmayı’ da azık torbasına koymuştu. Böylece kahvaltılarını tarlaya giderken yolda yaptılar.

Tarlaya varınca karasabanı kurdular, öküzleri koşup tarlayı sürmek için hazırladılar. Baba heybeyi omuzuna alıp tohumu avucuyla tarlaya serpmeye başladı. Taşlık tarlanın her bir noktasına itina ile saçıyordu tohumu. Tohum saçma işi de bitince tarlayı sürmeye başladılar. Salih, öküzlerin düzgün gitmesi için onların önüne düştü. Babası da karasabanın kuyruğundan tutmuş, saban demirinin açtığı ‘çiziyi’ saptırmama gayreti içindeydi. Öküzler o kadar yavaş ilerliyorlardı ki, tahminen elli metre uzunluğundaki tarlanın bir başından diğerine gidip gelmek neredeyse beş dakikayı buluyordu. Bu şekilde öğleye kadar tarlanın yarısını sürdüler. Zaten tohumu da sürebilecekleri yer kadar saçmıştı babası.

Öğle olunca öküzleri koşumlarından saldılar. Babası eşeklerle köye döndü Salih ise öküzleri gütmeye kaldı.

Bu şekilde ertesi günlerde de devam ettiler tarlayı sürmeye ve bitirdiler.

Tarlada buğdaylar bahar yağmurlarıyla çimlendi, yazın fazla yağmur yağmadığı için otuz cm. kadar uzayıp başağa durdu. Başaklarda ortalama on adet buğday danesi ya vardı ya yoktu.

Zaman geldi çattı ve el oraklarıyla biçip, deste yaptılar. Eşeklerin sırtına sarıp harmana getirdiler. Öküzleri düvene koştular, günlerce sürdüler, ezdiler tınaz yaptılar. Savurup daneleri saptan ayırdılar. Sonra onu yıkayıp yine eşeklerle değirmene götürdüler eve getirip kilerliğe koydular un çuvallarını. Anne un bekliyordu. Zira eski un tükenmişti. Yeni undan hamur yapıp ekmek eyledi. Salih’in azığına yetişmişti ekmek. Zira Salih ağılda bekleyen altmış kadar koyun ve keçiyi dağa götürecekti...

...

Bu birkaç cümle ile bir köy hayatını kolayca özetleyivermişim gibi gelebilir şimdiki gençliğe... Hâlbuki günlük olarak daha onlarca zor iş bekliyordu Salih’i de babasını da o köyde yaşayan herkesi de.

Dokuz çocuğun ayakkabısı ihtiyacı, giysileri, yemekleri, okul ihtiyaçları, büyümeye başladıklarında çeyizleri, hayalleri v.s.

...

Dün, TRT Belgesel’de, Reshad Strik’in Afrika’da bir aileye misafir olduğu ve onların yaşamını anlattığı ve kendisinin de birkaç gün de olsa yaşadığı zor şartların görüntülerini izlerken;  insanlık damarlarımın şiştiğini, vicdanımın kanadığını hissettim. Çocukluğum geldi aklıma. 40-50 yıl öncesinin gece ve gündüzlerinde dolaştım programı izlerken...

“Dünya insanlığının son zamanlarda yaşadığı virüs hadisesi ve içinde bulunduğu çaresizlik; yeryüzü adaletsizliklerine bir misilleme midir acaba? Bu şüphelerim benim için gerçeklerden kaçışımın üzerine bir kılıf, o gerçekleri görmemem için gözlerimin önüne çekilen bir perde midir?

Sizde de oluyor mu böylesi saçma sapan(!) durumlar, gereksiz(!) düşünceler içine giriyor musunuz bazen?