Efendimiz buyuruyor ki: Geceleyin kalkıp namaz kılan, hanımını da kaldıran, kalkmazsa yüzüne su serperek uyandıran kimseye Allah rahmet eylesin. Aynı şekilde, geceleyin kalkıp namaz kılan, efendisini de uyandıran, uyanmaz ise yüzüne su serperek uykusunu kaçıran kadına da Allah rahmet eylesin. (Ebu Davud, Vitr 13) Bu hususta iki hususiyet görüyoruz: Birincisi; iki taraf birbirinin yüzlerine su serpecek kadar aralarında sevgi ve muhabbet olması. İkincisi; bu sevgi ve muhabbetin ikisini de takvaya teşvik etmesi. (Kuranı Kerim’de) iki yüz elli sekiz yerde takva geçer. Cenabı Hak: Siz takva sahibi olursanız, Allah size öğretir. (el Bakara 282) buyuruyor. Üçüncüsü; bilhassa yaşlılıkta birbirlerine destek olmaları. Yani demek ki evlilikte temel malzeme, sevgi ve şefkattir. İnsan birbirine muhtaçtır. Bilhassa ihtiyarlıkta, salih ve saliha eşler, birbirlerine baston olurlar, istinadgah olurlar. Huzurlu evlilikte beş tane şart:                             

 Birincisi; muhabbet: İki tarafın Allah rızasına uygun bir şekilde muhabbeti, birbirinin ruhuna girecek bir şekilde yaşamaları.

             İkincisi; sadakat: Bey ve hanımın birbirine dürüst ve sadık olmaları. Bilhassa zor zamanlarda tarafların şikayet ve bezginliğe düşmemeleri, fedakarlık göstermeleri.

Üçüncüsü; karşılıklı saygı: Eşler arasında samimiyet olacak, laubalilik olmayacak. Vakar olacak, kibir olmayacak. Tevaqzu olacak, zillet olmayacak. Evlilikte gönül ahengine de itina edilecek.

Dördüncü; sabır olacak: Hayat akışında mutlaka tahammül gerektiren zor zamanlar olur. Mizaç farkları vardır. Taraflar böyle zamanlarda birbirlerinin güzel huylarını düşünecekler. Efendimiz buyuruyor: Bir mümin hanımına buğuz etmesin. Onun bir huyunu beğenmezse bir başka huyunu beğenir. (Müslim, Rada, 61) Hanım da o şekilde olacak.

Beşincisi Mesuliyet olacak: İki taraf da mesuliyetini idrak edecek. Efendimiz buyuruyor: Hepiniz çobansınız. Hepiniz güttüklerinizden mesulsünüz... Erkek, ailesinin çobanıdır ve sürüsünden mesuldür. (Çoluk çocuk, ailesi, vesaire, geçiminden…) Kadın; kocasının evinin çobanıdır. (Evin düzenine, ruhaniyetine, evladının yetişmesine…) Onun bir mesuliyeti içinde olur. (Bkz. Buhari, Vesaya, 9; Müslim, İmare, 20) Efendimiz; hanımların beyleri, beylerin de hanımları üstünde haklarını ilân etti. Hanımlara daha narin davranılmasını, onu tavsiye etti. Diğer taraftan, anne babalar, orada birleşiyor, ikisi de anne ve babalardır; hürmette/saygıda kusur etmemek lazımdır. Fakat bugün maalesef, bu da azalmış durumda çoğu kimsede. Anne-babaya saygı, taraflar nazarında, o kaynana diyor, o kayınpeder diyor, vesaire diyor. Bu da İslam’ın tanımadığı bir aile tarzı oluyor. Efendimiz buyuruyor: Kadın, dört şeyden alınır: Malı, soyu sopu, güzelliği, dini için. Sen dindar olanı seç. (Buhari, Nikah, VI, 123; Müslim, Rada, 53) Aksi halde fakru zarurete duçar olursun, perişan olursun diyor, Rasulullah Efendimiz. Bu hadisi şerif mucibince, bir insan evlenirken tefekkür edecek: Bu hanım yahut bu efendi ile İslami bir hayat ben yaşayabilir miyim? En üzerinde duracağı bu. Bir hanım da bunu düşünecek, bir bey de bunu düşünecek: Ben bu hanımla yahut ben bu beyle bir İslami hayat yaşayabilir miyim? İkincisi; Bu hanım yahut efendi, Rabbimizin nasip eylediği evlatlarımızı, İslami terbiye ile terbiye eder mi? Yoksa onları dünyevi, nefsani çizgilere mi sevk eder? Böyle ihtimam edilen, takva üzere inşa edilen ailelerde, hanımlar da göz nuru olacak, evlatlar da göz nuru olacak. Bu evlatlar topluma fazilet ve takvada önderlik ve rehberlik edecekler. Kızlarımız inşaallah öyle bir İslami kültürde yetişecek ki, bu annelerin babaların büyük mesuliyeti. Hatice Validemizden, Fatıma, Aişe Validemizden, hallerinden nasip alacak. Kişi sevdiğiyle beraberdir. (Buhari, Edeb, 96) Kıyamet gününde onlarla beraber olacak. Terbiyede iki müessir vardır. Biri verasettir. Yani fıtrattan gelen hususiyetlerdir. Üç yaşındaki bir çocuk; biri kediye taş atar, öbürü kediye süt verir. Bu, verasetten gelen bir hadisedir. Ve bu terbiye ile, bu tamamen değişir. Gazali Hazretleri: (İnsan) bal mumu gibidir buyuruyor. Ona terbiye ile müsbet menfi istenilen şekil verilebilir. İşte ashabı kiram, mazisi itibariyle cahiliyye insanı olan ashabı kiram, Rasulullah Efendimizin terbiyesi neticesinde kalbi merhamet, marifet ve muhabbetle doldu, asrı saadet insanları haline geldi. Bu en mükemmel bir misaldir. Evladın ana babada olan hakkı. Bir defa babanın annenin hakkı, güzel bir isim koyacak. Çünkü isim müsemmayı çeker. Biyolojik kimlik ve sünnet merasimi olacak. Bunun çok çok daha ötesinde, bir ruhani kimlik ve terbiye olacak. Cenabı Hakk’ın muhabbeti, yuvaya bir çiçek, bir meyve, bir bereket olarak evlatlar ihsan etti. Ana baba da bu evlatları emanet bilecek, onu kendine sadakayı cariye olarak, bu vasıfta yetiştirmeyle mükellef olacak. Her canlı, nesil endişesi hisseder. Necip Fazıl da nesil endişesinden mahrumiyetin acı manzarasını şu manidar teşbihle ifade eder: Tomurcuk derdinde olmayan ağaç, odundur. Ancak bir müminin nesil endişesi, evladını İslam şahsiyeti, İslam karakteri miras bırakabilmesinin gayreti içinde olmalıdır. Allah’ın muradı, en hayırlı olandır. Efendimizin ailelerine baktığımız zaman, evlatlar Hazreti Hatice Validemizden devam etti, diğer hanımlardan olmadı. Mariye Validemizden oldu, o da vefat etti. Bazı hanımlar, çocuğum olmadı diye büyük endişeye kapılır. Hazreti Aişe Validemiz de onun da çocuğu olmadı, hiçbir endişesi yoktu. Hiçbir zaman şikayete düşmedi. Aman ya Rasulallah, benim çocuğum olmadı diye bir endişe taşımadı. Çünkü Sen Ondan razı, O da senden razı. [el Fecr 28]) Kul razı olacak. Belki (çocuğunun) olmaması hayırlı. Yani Hakk’ın takdirine razı olabilmek. Allah’ın vermediği bir şeyi illa istemek neticesinde, hiç istemedikleri musibetlere duçar eder Cenabı Hak. Bunun çok misalleri de oldu, duyduk ve gördük. Çocuğu olmayan anneler, Aişe Validemiz gibi, yetimlere sahip çıkmalı, talebeler yetiştirmeli. Nitekim Hazreti Aişe Validemizin üç yüz tane talebesi vardı. An gelir, yetiştirdiğin bir talebe, kan bağından gelen evlattan kendisine daha hayırlı olur. Zira o kişi, kıyamette kendisine sadakayı cariye olacak. Sen O’ndan razı, O da senden razı. [el-Fecr, 28] Fakat muhtelif sebeplerle bekar kalan hanımlar ve beyler de buna üzülmeyecekler. Bu da Allah’ın takdiridir, belki haklarında bu hayırlıdır. Velhasıl kul daima bir tebessüm halinde olacak. Hiçbir zaman asık surat, neden, niçin olmayacak. Garip name adlı tasavvufi eserde, müellifi olan Aşık Paşa, insanın neslinin devamı için dört yol saymıştır:

Birincisi; sulbi nesil: Senin soyundan gelen nesil. Bu ne kadar hayırlı, ne kadar şerli olacağını bilmiyorsun. Hayırlı olmasına gayret edeceksin, bütün gücünü kullanacaksın. Bir bahçıvanın ektiği, ziraate verdiği ehemmiyetten daha fazla vereceksin.

Mali nesil: Bir müminin, imkanı olan müminin yaptığı ve kurduğu müesseseler. Bunlar da kendisine sadakayı cariye olarak devam edecek. Tabi bu evlatlar yine çok mühim. Ömer bin Abdülaziz’e soruyorlar: Sen evlatlarına ne bıraktın? diyorlar. Sekizinci Emevi halifesi. İki buçuk senelik hilafeti var. İslam dünyasına, İslam tarihine en büyük imza atanlardan biri, takva ve fazilet olarak. Ne bıraktın evlatlarına diyorlar, bu kadar imkanın vardı filan? O da diyor ki: Bu yavrularım diyor, benim yolumda olursa ne mutlu, onlar da benim gibi yaşarlar, huzur bulurlar. Yok eğer benim yolumda olmayacaklarsa, zaten verecek bir şey yok diyor.

İlmi ve irfani nesil, irşadi nesil: Bunlar da kendimizden sonra devam edecek, sadakayı cariyelerdir. Bunlar da mesela ömürlerinden sonra devam ediyor: Mevlana’nın Mesnevi’si, İmamı Rabbaninin Mektubatı, İmamı Gazali’nin İhyası, Yunus Emre’nin şiirleri ve emsalleri. Bunlar da sadakayı cariye olarak, her okundukça devam ediyor. Tabi burada Gazali Hazretleri’nin mühim bir şeyi var. Gazali Hazretleri diyor ki: Bir lezzet vardır ki diyor, Cennet’in lezzeti onun yanında hiç kalır diyor. Onu anlamak için şu misallere dikkat et diyor. Üzerinde iyi düşün diyor. İnsanın çeşitli devrelerinde eşyadan lezzet alması, gıdalardan lezzet alması, birbirine müsavi değildir diyor. Mesela yeni doğan bir çocuğun bütün lezzeti ve gıdası, annesinin sütünü emmektir. (Bundan başka zaten bir şey bilmez, ihtiyacı da yoktur o sütten başka.) Fakat beden terakki ettikçe, muhtelif enerjiler devreye girer ve mecburen gıdaların çeşnisi de değişir. Artık sadece süt emmek, onun istemediği, istese de bedenin ihtiyacını tek başına gideremeyeceği bir vasıtadır. Bu sebeple onun gıda ve lezzeti, terakkisine göre, bedeni inkişafına göre, bedenin zaruretine göre devam eder. İşte diyor, maneviyat da aynen böyledir diyor. Manevi hayat da aynı. Manevi yolda terakki eden kimseye de önceki gıdalar artık yetmez. Cenabı Hak marifetullah, marifetullah istiyor. Kendisine yakınlık istiyor. Önceki gıdalar artık yetmez olur. Artık daha üst seviyede manevi gıdalara ihtiyaç zuhur eder. Mesela farzlara ilaveten nafileler. Zekatın ötesinde, sadakalar ve infaklar. Hayır hasenatta fedakarlıklar. Seherlerde ihyalar, seherleri ihya. Benzeri gayretlere ihtiyaç duyar. Ve Allah Rasulünün ahlakından tecellilerden nasip almaya başlar. Yani manevi merhaleler için kalbin tattığı gıdalar ve lezzetler farklılaşır. Yani manevi yükselişteki bir gönül, her merhalede ayrı ayrı bir haz ve enerji alır.