Bana inanmıyorlardı…

Yeterince tanımadıklarından olsa gerek. Ama ben biliyordum; hayat mücadelelerden ibaret, yardım kabul etmeyen bir müessese… 

İnsanların çoğu şımarmıyor daha doğrusu şımaramıyor. Hayatın, sorumlulukları sırtına bir semer vurup da “hadi yürü” demesiyle yükleniyor, sesini bile çıkaramadan… Yol uzun ve engebeli… Bir ucundan tutanı olsa senelerce taşıdığı yükün kamburu yapışır sırtına… 

Gün aymaz… Boynunu bükerek, aksak adımların hafif gülümsemesini seyrettiği yollara karşı “iyiyim” diyerek... İnsanoğlu işte kiminin boyu kadar çocukları olur da kendisi hiç çocuk olamamıştır. 

Pedagog İshak Orhan’ın da dediği gibi; “Çocuklarımız bir daha çocuk olmayacak.” Ama ömrü boyunca yetişkin olmak zorunda kalacak. 

Zaten hep bir çabalama ile başlamıyor muyuz hayata?.. Çocukken büyüme çabası, gençken çok şey bilme çabası, yetişkinken birçok şeye sahip olma çabası… Daha sonrası peki?.. Bir konuyu da es geçmemek lâzım ki; bu gayretlerin arkasında hep bir elin yardımı vardır. Bir hikâye okumuştum. İçinde barındırdığı ders ile çok hoşnut etmişti beni. Orada şöyle anlatılır; 

“İki arkadaş ormanda yürürken kozanın içindeki kelebeği görürler. Onu izlemeye başlarlar. Kelebeğin zorlanarak kozadan çıkma çabasını görünce çocuklardan biri ona yardım eder ve kozayı parçalayarak kelebeği çıkarır. Fakat kelebek kanatlarını çırpsa da uçamaz. Kozayı yırtan çocuk bu duruma çok şaşırır. Bunun üzerine arkadaşı; “Kelebekler uçabilmek için belirli bir süre kozanın içinde kalmalıdır. Kozadan mücadele ederek çıkarken kanatlarını güçlendirirler. Sen vakti gelmeden onu kozadan çıkardığın için şimdi uçmakta zorlanıyor.” der.” Altına da benim yorumumla şöyle bir not düşmüşler;

“Allah kâinattaki her şeyi bir düzen dâhilinde yaratmıştır. Büyümesi ve gelişmesi içinde bir zaman belirlemiştir ve bunu kimse değiştiremez. Mesela mevsimler… İlkbaharda ağaçlar yeşerir, yaz geldiğinde meyve verir. Sonbaharda bir bir yapraklar dökülür ve kış geldiğinde karların altında uyurlar.” 

Anlatmak istediğim her yerde ahlâ pervane (yaygın melek)ler mevcut. Biz onları hiçbir çaba sarf etmelerine izin vermeden kozalarının içinden “al sana hayat” dercesine çıkarıveriyoruz. Seriyoruz önlerine her şeyi… 

Tecrübe ederek öğrenmesini beklemeden, hazıra kondurmaya kalkıyoruz ki!bunu da çekinmeden yapıyoruz.Sonra ise ilerde büyümüş ama bir tarafı eksik, boynu bükük, sırtında sorumluluk yükü ile yolların tozunu yüreğinin gözyaşları ile sulayan çocuk olamamış yetişkinler çoğalıyor. 

Demem bunadır ki; “Hayat mücadeleden ibaret, yardım kabul etmeyen bir müessese…”Aileler; “Bugün varız, yarın yokuz.” derken deyimin kelimeleri ile ilgilenip, anlam bütününden uzak bir yaşam tarzı ile büyütüyor yeni nesil körpelerini… 

Heybeni ne kadar yiyecek içecekle doldurursan doldur bir süre sonra suyunu çekecektir. Lâkin gönül heybeni az da olsa umut, inanç, hayal ve güven ile doldurursan bu bir ömür miktarı seni götürecektir. 

Hani biz gençlerin arasında çokça kullanılan bir söz vardır; “ot gibi yaşıyoruz.” diye… Öyle bile olsa ben başından aşağıya beton dökülmüş ama yine de bir kıyı köşe bulup başını çıkaran haylaz bir ot olurdum herhalde… Güneş ışığından hiçbir zaman mahrum kalmak istemeyen… Kendi varlığımın farkında olup, yaşama mücadelemi gözler önüne seren…

Farkındalık ile…Umut, inanç, hayal ve güven diliyorum. Selam ve dua ile yazı dostlarım.