İkinci halife Hz. Ömer (RA), adil bir yönetim göstermesiyle ve adalet konusundaki hassasiyetiyle tanınır. O’na “adaletin timsali” denmiştir. Çünkü Hz. Ömer, adaleti uygularken Kuran ahlakına göre hareket ettiği için herkese eşit davranmış, hüküm ve yargıda din, dil, ırk, soy, akrabalık, makam, mevki ayrımı yapmamıştır.

Hz. Ömer (RA) zamanında, Suriye’deki Şam valisi, kente büyük ve güzel bir cami yapmak ister. Amacı, Şam’daki Müslümanların topluca bir araya gelebilecekleri merkezî bir ibadethanelerinin olmasıdır. 

Şam valisi, inşam edilecek olan cami için en uygun yeri belirlemek üzere ekip görevlendirir ve bunlar şehrin her köşesini “alıcı gözüyle incelerler. Günler süren keşif ve taramadan sonra, cami inşası için en uygun yeri belirlerler. 

Şam’daki Müslümanlar cami projesine öyle büyük bir aşk ve şevkle girişmişlerdir ki, başından beri bir şeyi hiç akıllarına getirmezler; o şevkten dolayı bir hususu unuturlar: Üzerinde cami inşa ettikleri arsanın bir sahibinin olabileceği ve arsa sahibinden ne arsasının satın alındığı, ne de böyle bir inşaat için izin istendiği.

İşin garabeti şu ki, üzerinde caminin inşa edildiği arsanın mülkiyeti bir Yahudi’ye aittir. Lakin arsa sahibi Yahudi bir süredir Şam dışında olduğundan, bütün bu olanlardan habersizdir ve cami inşaatı nerdeyse bitmek üzereyken çıkagelir. Uzun bir süre sonra Şam’a geri dönen Yahudi, arsasının üzerinde inşa edilmekte olan camiyi görünce hayretler içinde kalır, doğal olarak. Ve buna itiraz etmek için, valinin kapısına dayanır! Toprağının gasp edildiğini söyleyen Yahudi, cami yapımının durdurulmasını ister.

Ancak Şam valisi, Yahudi’nin şikâyetlerine hak vermekle birlikte, bu kadar emek ve masraf harcanmış olan bir inşaatın durdurulamayacağını söyleyerek bu talebi reddeder ve Yahudi’ye, arsayı değerinin çok üzerinde ücret ödeyerek satın almaya hazır olduklarını bildirir. Fakat Yahudi bu teklife olumlu yanıt vermez, her ne pahasına olursa olsun, arsasını satmaya razı olmadığını ve kesinlikle satmayacağını, üstelik kendisine ait bir arsa üzerinde cami istemediğini belirtir. 

Şam valisi, müteakip günlerde de defaten aynı teklifi götürür ama Yahudi her seferinde bu teklifi geri çevirir. Şam valisi bu duruma çok bozulur; zira çoktandır inşaatına başlanan ve yapımı neredeyse bitmek üzere olan bir camiden feragat etmek olacak iş değildir. Yahudi’den her seferinde olumsuz yanıt alan ve sürekli fiyat yükseltmelerin de işe yaramadığını gören Şam valisi, işi gittikçe zora bindirmeye başlar. Yahudi’yi satışa razı etme çabası her denemede başarısız olunca, vali artık tekliflerini tehditkâr bir üslûpla yapmaya başlar. İş artık zülüm boyutuna varmıştır; Yahudi’yi ikna çabaları, ona eziyet etme ve sıkıntı verme noktasına varmıştır.

Topraklarının zorla gasp edildiğini, buna karşılık hakkını geri alamayacağını düşünen Yahudi, Şam valisine haber göndererek, “Sizi halife Ömer bin Hattab’a şikâyet edeceğim; hakkımı almak için ta Medine’ye gideceğim. İslam halifesi Ömer adaletli bir yöneticidir, inanıyorum ki beni gözetecektir” der.

Yahudi, Uzun yolculuktan sonra Hz. Ömer’in huzuruna çıkar ve Şam’da olan biteni başından sonuna kadar, olduğu gibi anlatır.

Hz. Ömer Yahudi’yi sükûnetle ve dikkatle dinledikten sonra, Hz. Ömer, Şam valisine bir mektup yazar ve Yahudi’ye verir. Sonra da der ki: “Bu benim Şam valisine mektubumdur. Bunu götür ve kendisine ver!”

Yahudi bunu alır ve günler süren bir yolculuktan sonra Şam’a geri döner. Döner dönmez de Şam valisinin huzuruna çıkar. Vali, onun kendisini şikâyet etmek için Halife Ömer’in yanından geldiğini bildiğinden, merak içinde beklemektedir. Yahudi, Hz. Ömer’in yanından geldiğini, hakkını aramak için Medine’ye kadar gittiğini söyleyince, Şam valisi, “Söyle o zaman, Ömer sana ne dedi?” diye sorar. Bunun üzerine Yahudi, “Ömer bana tek kelime bile etmedi, hiçbir şey söylemedi. Sadece size şunu gönderdi” diyerek elindeki mektubu Şam valisine uzatır.

Kısa bir şaşkınlık geçiren vali, mektubu okumaya başlar. Mektubu okuyan Şam valisinin yüzü kıpkırmızı olmuş, şaşkınlıktan gözleri açık kalmıştır. Mektupta aynen şunlar yazılıdır:

“Camiyi yık ama adaleti yıkma!”

 Cenabı Allah, toplumlar ve kavimler arasında hüküm verirken de, tıpkı bireyler arasında hüküm verirken olduğu gibi adaletle hükmetmemizi emretmekte, dilemektedir.

Hem ilâhî, hem insanî, hem de âdil olan tavır budur.

Kuran’ı Kerim Maide süresi 8.ayette “Ey iman edenler! Adil şahitler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” buyrulmaktadır.

Devletin dini adalettir

“Devletin dini adalettir” der Hz.Ali . Bu söz esasen İslam dininin özlü bir ifadesidir. Zira İslam’ın esası tevhit ve adalettir. İslam insan hayatının en önemli beş değerini güvence altına almıştır. Can, Mal, Nesil, Akıl ve Din emniyetinin sağlanması İslam dinin en önemli hedeflerinden biridir. İslam’ın güvence altına aldığı bu beş temel değerin gerçek anlamda korunması ancak adaletin ve özgürlüğün sağlanması ile mümkündür.
İslam'da adalet öncelikle hukuk önünde herkesin eşit olması kimseye makamından, parasından, soyundan dolayı bir ayrıcalığın gösterilmemesidir. 

Nisa Süresi 135.ayet “Ey iman edenler! Adaleti ayakta tutan ve kendiniz, ana-babanız ve yakın akrabanız aleyhine de olsa, yalnız Allah için şahitlik eden kimseler olunuz. Zira zengin de olsa, fakir de olsa, Allah ikisine de (sizden) daha yakındır. Nefsinizin arzusuna uyarak adaletten uzaklaşmayın. Eğer (şahitlik ederken) dilinizi eğer, bükerseniz veya çekinirseniz, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”

Maide Süresi 8.ayet “Ey iman edenler, Allah için hakkı ayakta tutanlar ve adaletle şahitlik yapanlar olunuz. Bir kavme olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adaletli olun, çünkü o, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” buyrulmaktadır.

Gerek günlük hayatımızda, gerekse iş hayatında, gerekse devlet işlerinin yürütülmesinde emri ilahiden, adil olmaktan ayrılmamak temel felsefemiz olmalıdır. Cami yapsak da, medrese, Kuran Kursu, Okul yeri, kamunun kullanacağı hizmet yeri gibi bütün işlerimizde Adaletli olmak gerekir.

Yapılacak işlerimizin başında, adaletten, iyilikten ve rızai bariden ayrılmaz isek “Adaletten ayrılmamış, Camiyi de Yıkmamış oluruz.” 

Baki selamlar