Çok eski zamanda, bir hükümdar varmış. Zenginliği tüm dünyaca bilinirmiş. Hükümdar her gittiği yere hazinesinin bir bölümünü götürür ve bunları sergilemekten büyük onur duyarmış.

Hükümdarın yaşamda en çok güvendiği, tek akıl hocası bir bilge kişiymiş.

Günlerden bir gün bu bilge kişiyle otururken hükümdar şöyle bir soru sormuş:

 “Sen ki göğün gizemine ermiş, bilime yön vermiş bir adamsın.

İnsanlar, ister hükümdar denli güçlü, ister savasçılar denli onurlu olsun ayağına kapanır ağzından çıkacak bir sözü beklerler. Şimdi senin gibi bilge bir adamın fikrini merak etmekteyim,

 “Benim hükümdarlığım ve servetim hakkında ne düşünüyorsun?”

Bilge bu soru karşısında hükümdarın gözlerine bakarak şu sözleri söylemiş:

 “Diyelim ki hükümdarım, kızgın ve uçsuz bir çöldesiniz.

Ölmemek için, size uzatacağım bir bardak suya servetinizin yarısını verir miydiniz?”

 “Verirdim tabii.”

 “Zaman geçti diyelim susuzluğunuz arttı, size uzatacağım bir sonraki bardağa servetinizin öteki yarısını da verir miydiniz?”

Hükümdar biraz düşünür ve ardından ” Ölmemek için evet” der.

Bunun üzerine bilge kişi gülerek şu sözleri söylemiş:

 “Madem öyle, o zaman övünmeyin fazlaca.

Çünkü haşmetlim, sizin servetiniz yalnızca; iki bardak sudur.”

Hikayeden hareketle, güneşin tüm kızgınlığını kustuğu bu sıcak yaz günlerinde suyun önemini bir defa daha vurgulamak isterim. 

O su ki, hayattır.

Su ki, medeniyettir. 

Su ki, insanoğlu var olduğu sürece onsuz yapamaz. 

Su ki, varlığında varlığı hissedilmez ama yokluğu her şeyi yok eder. 

Bakın çok kısa bir süre önce Ramazan ayından çıktık. Ramazan'da nefislerimizi terbiye etmek için yemedik, içmedik. Allah'ın bize helal kıldıklarından dahi uzak durduk. Bu dönemde susadık. Hoca daha Allahuekber derken sarıldık bir bardak suya...

Kızgın ateşe döker gibi içimizden cısır cısır geçti de getti.

Ramazan'ın hemen ardından Konya Ovası'nın bereketli topraklarında hasat mevsimi başladı. Bir öneki yılla bu yılı karşılaştıran uzmanlar, rahmetin geçen yıla göre az düşmesi nedeniyle verimin de ciddi oranda azaldığını söylüyor. 

Kimileri analizler yapıyor ve diyor ki rekoltede kaybımız yüzde 50'lere ulaştı...

Temelde bütün bunların nedenine baktığımızda susuzluktan kaynaklandığını görüyoruz. 

Suyun kıymetini ne kadar biliyoruz, tartışılır. 

Bir sokak çeşmesinin başında aracını yıkayanları görünce; 3-5 metrekare bahçesini sokak çeşmesinden sulamak gibi haksızca bir şeyin haksızlığını hiç düşünmeden, umarsızca bunu yapabilenleri düşününce; cami şadırvanlarının musluklarını boşa akıp giden suyu hiç düşünmeden söküp gasp ettiklerine şahit olunca, evdeki bir musluk contasını dahi değiştirmeye erinen insanların varlığını da bilince, suyun bizde hiçbir öneminin olmadığını düşünüyorum. 

İnsan vücudunun 4'te 3'ünün suyla kaplı olduğunu düşündüğümüzde de aslında her şeyin özünde bir damla suyun var olduğunu anlayabiliyoruz. 

Nasıl ki damlaya damlaya göl oluyorsa, damlata damlata da çöl olacaktır. 

'İnsan bu, su misali akıp gider ya' diyen şair; 'Su gibi aziz olmayı' insana yakıştıran deyim, hor gördüğümüz o bir damla suyun kıymetini bize anlatmaya yetebilir.

Yeter ki sadece biraz düşünelim.

Sınırsız insan ihtiyaçlarını sınırlı su kaynakları ile gidermeye daha ne kadar devam edilebilir, ilahi kudret bizim bu isafkar tavırlarımıza daha ne kadar göz yumabilir bilemiyoruz.

Ancak su konusunda hassas olmak gerektiğini hem kendime, hem de sizlere bir defa daha hatırlatmak istiyorum. 

Bir gün musluğumuzu açtığımızda suyun akmadığını gördüğümüz an iş işten çoktan geçmiş olacaktır. 

Bu nedenle gerek Konya Büyükşehir Belediyesi KOSKİ Genel Müdürlüğü, gerekse DSİ Bölge Müdürlüğü, biz su israfçılarının dikkatini çekmek için su tasarrufunu vurgulayan çalışmalar yapıyor. 

Yeterli gelmediği noktada da gerekli cezaların da kesilmesi gerekiyor. Kesilsin ki emsal teşkil etsin. Suyu israf etmeyen ödüllendirilirken; israf edenlerin de cezalandırıldığı anlaşılsın.

Aksi halde 2 bardak su için bütün servetimizi döksek de çare olmaz.

Üstüne içecek bir bardak soğuk suyumuz dahi olmaz!