100. YILINDA BALKAN BOZGUNU VE GECİKEN UYANIŞ -15

İstanbul'daki hastanelerde beş bin yaralının olduğu resmen açıklanır. Alman elçiliği bir salonunu hastaneye dönüştürmüştür. Beyoğlu'ndaki Fransız hastanesinde, yaralı subay ve askerler bulunmaktadır. Fransız gazeteci, yaralılarla konuşur. Çelik mermi, şarapnel, soğuktan çok “esas derdimiz açlık” derler. Yaralı askerler içindeki Anadolu çocuklarına, “yeniden savaşa gitmek ister misiniz”, diye sorar. Cevap; “Evet isteriz. Bulgarlardan intikam almamız şart” olur (Lauzan, 96, 100).

İstanbul-Büyükdere vadisinde “tam anlamıyla beşerî bir enkaz” vardır. Salgın hastalıktan insan kuleleri oluşmuştur. “Bağırsaklarını dışarıya toprakların üzerine saçanlar” görülmektedir. Göz alabildiğine cesetlerin yayıldığı tarlalar vardır. Kolera etkisini göstermektedir. Gazeteci, “insanın dişlerini takırdatan korkunun ne demek olduğunu” kendi bünyesinde anlar. Belgrat Ormanlarından sonra Boğaz'ı takip ederek birkaç km. daha otomobille gidince, “artık hasta yığınlarına dönüp bakacak cesareti” yoktur. “Karnı yerde ebediyen hareketsiz kalmış yatan”, can çekişen, kıvranan insanlar görür. Dönüşte tekrar aynı manzarayı görmeye tahammül edemez. Gözlerini yumar. Şişli'ye gelinceye kadar gözlerini açmaya cesaret edemez. “Bu topraklarda ölümün çok korkunç türleri kol” gezmektedir.

19 Kasım'da tekrar Noradunkyan'ın evine gider. Bu defa bakanda, kendine güven gelmiştir. “Bulgarları bütün hat boyunca püskürttük. Çatalca'yı hiçbir zaman alamazlar” demiştir (Lauzan, 146-147).

Taarruz ve zafer günlerini önceden bildiren, Kırklareli ve Lüleburgaz'ın galibi Bulgarların, Çatalca'da güçleri bitmiştir. Ovada mağlup olan Osmanlı askeri, savunmadaki başarısını gösterir. “Plevne müdafaasını yapanların torunları aslî karakterlerine uygun olan dağ hendeklerine geçmişler ve olağanüstü başarılar” sergilemişlerdir. İstanbul'a 40 km. mesafedeki Çatalca'da, “Bulgarların gurur abidesi” yerle bir olur (Lauzan, 150-152).

Balkan Harbi ateşkes anlaşması Aralık başında yapılmıştır. Mütarekeden sonra, Amerika'dan gelen Yunanlı gönüllüler, “madem Osmanlı ile hesap görüldü, sıra Bulgar'a geldi demektir” derler (Lauzan, 115). Bu Balkanlı müttefiklerin, Osmanlı'yı aradan çıkardıktan sonra birbirlerine düşeceklerinin işaretidir. Ateşkeste, Enver de Bingazi'den gelmiştir (5 Aralık 1912). 23 Ocak 1913'te Babıâli Baskını ile hükümeti değiştirme işini başarıyla gerçekleştirir. Bu arada Nâzım Paşa başta olmak üzere, bazı yaverler öldürülmüş ama Mahmut Şevket Paşa'nın Sadrazam ve Harbiye Nazırı olduğu hükümet kurulmuştur (Yalçın, 1976, 181). Kısa süre sonra, onca kayıp ardından Edirne kurtarılacak, ama Batı Trakya Türk Devleti'nin varlığına tahammül edilemeyecektir.

SONUÇ

Balkan Harbi'nde Ege Adaları ile birlikte 100 bin kilometrekareye yakın vatan toprağı bir çırpıda elden çıkmış, bir milyondan fazla Türk öldürülmüş ve sürülmüş, memleket nüfusu beş milyon eksilmiştir (Apak, 1988, 88).

Maddî kayıp yamandır. Asıl kayıp kafa ve yüreklerdedir. Birkaç yıl önce Yunan, Bulgar, Ermeni çeteleri, Sırp çetnikleri ile birlikte hareket ederek, kendi devleti ile savaşmada başarılı olan askerler, darbe yapmada başarılı olan ordu, Balkan Harbi'nde niçin bozguna uğramıştır?

Selanik'te, sadece teslim olan 26 bin asker ve komutanı Tahsin Paşa, trenle işgale gelen Yunan'a niçin tek kurşun sıkmadan şehri teslim etmiştir? Selânik, Hareket Ordusunun merkezi, İttihat ve Terakki'nin kâbesi görüldüğüne göre, niçin savunulmamıştır? 

İhtilâl üssü, askeri okullar olan Manastır, niçin savunulmamıştır? Başkent İstanbul'u basarken, Yıldız Sarayı'nı yağmalarken kahraman olan III. Ordu/Hareket Ordusu, II. Ordu, niçin hiçbir yararlık gösterememiştir? Kendi paşasını (Şemsi Paşa) vururken kahraman olan Teğmen Âtıf, kendi devletine karşı dağa çıkan geyikli Hürriyet Kahramanı Resneli Niyazi vb.leri, Balkan Harbi'nde niçin başarısızdırlar? Edirneli Talât, niçin Edirne'nin düşmesi, Bulgarların eline geçmesi için çaba sarf etmiştir? Üsküp niçin savunulmamıştır?

Komutan itirafı: “Osmanlı ordularının Rusya muharebesinde gösterdikleri yiğitlik kahramanlık ve elde ettikleri başarı, bu seferki süratli bozgun ile karşılaştırılacak olursa şaşkınlık ve hayret içinde kalmamak mümkün değildir.” (Mahmut Muhtar, 2012, 169). Kosova'nın, Varna'nın, Niğbolu'nun, Mohaç'ın, Plevne'nin sahiplerine ne olmuştur ki hemen bozulmuşlardır?

Ordu mensupları politize olmuştur. 1876 darbesi önce Kuleli Vakasında denenir. Genç Osmanlıların benzer çalışmaları aynı padişahı devirme öldürme çabaları başlangıçta başarısız kalmıştır. Ama 1876'da çeyrek asırlık hazırlıktan sonra darbe gerçekleştirilmiştir. Artık Yeniçeriliğin kaldırılması ile elli yıl ara veren hükümet darbeleri, yeniden başlayacaktır.

Fransız gazeteci, Kırklareli'nde düşmanla savaşmadan bozguna uğrayan kolordunun bağlı olduğu Doğu Ordusunun komutanı Abdullah Paşa'yı sormuştur. “O'nun, Halâskarân reisi olduğunu bilmiyor musunuz?” derler. Üsküp havalisinde üç kolordu idare eden Zeki Paşa'yı sorar. “Hareket Ordusu Sultan Hamid'i hal etmek için ve Millet Meclisini kurtarmak adı altında Selânik'ten Ayastefanos'a geldiğinde Zeki Paşa, Mahmut Paşa'nın yanında değil miydi?” derler. Kırklareli bozgunun sonrasında ordudan kovulan Rıza Paşa da gidip İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne üye olmuştur. Komite onu, Edirne süvari tümeninin komutanlığına tayin ettirmek istemiş, sonunda Trakya'da başka bir tümenin komutası ona verilmiştir. Bana bir albay göstermişlerdi. İhtilâlin ilk günleri filan ünlü nutku okumuş dediler. Bir binbaşıdan bahsettiler. Jön Türk partisinin ümidi imiş, bir başka yüzbaşı da ıslahatçı tavrıyla tanınıyormuş.” Zaferden zafere koşarken Osmanlı ordusu, kendi işini iyi yapıyordu. “ülkeyi yönetmeye heves” etmiyor, “yalnızca askerlik görevlerini yerine getiriyor”, “ortalarda nutuk” çekmiyordu. Ordunun bir yüzü yoktu. “Bu ordunun üzerine pek çok siyaset yağmuru yağmış, artık demirleri pas tutmuştu..” (Lauzan, 51-53).

Harpte, komutanı olduğu birliği kaybeden kıtasız kumandanlar vardır. Bunlardan biri olan Albay Efe Kâzım, Manastır Meydan Muharebesi sırasında Beşinci Kolordu'nun idare yerine gelip kendinden üst rütbeli olan kumandana akıl vermeye başlar. Kolordu kumandanı susmasını isteyince, “aylak Albay Efe Kâzım orada kolordu kumandanına tabanca çeker. Yanlarındaki subayların müdahaleleri ile silah patlamıyor. Bunu ben gözlerimle gördüm. Kolordu kumandanı Kara Sait Paşa Hürriyet ve İtilâfçıdır, Albay Efe Kâzım ise İttihat ve Terakki Partisine mensuptur” (Apak, 1988, 70).

Genelkurmay'a göre, “Ordunun politika ile uğraşması, o kadar ki, bunun muharebe alanında bile sürdürülmesi” devam etmiştir (Genelkurmay, 1984, 41). Ordu içindeki alaylı-mektepli ayrımı, nispeten Meşrutiyet sonrasında çıkarılan emeklilik kanunu ile alaylılar aleyhine bitirilmiştir. Ama politika ilgisi, bitirilememiştir. Mahmut Muhtar'ın şu cümleleri (2012, 173, 174), ordu yayınında aynen yer alır: “Bir ordu için en büyük felaket, genç subayların askerî görevleri dışında ordunun veya memleketin düzeltilmesine kalkışmaları, nizamları ve kanunları değiştirmeye girişmeleri, hükümeti denetim altına almak, devletin siyasi hayatına etki yapmak gibi maksatlara dayanan kulüpler ve dernekler kurmalarıdır. Meşrutiyet'ten sonra bu haller önce ihtilâlin çıktığı 3 ncü Orduda görüldü. Sonra da bu esef verici hal 1 nci ve 2 nci Ordulara aşılandı.” Politika ilgisi burada kalsa iyi. “Hareket Ordusunun İstanbul'a gelişinden sonra Ordu, İttihat ve Terakkiye mensup bir kısım genç subayın keyfine bağlı kaldı.” (Genelkurmay, 1970, 149, 151-152). “Düşman karşısında askerlerin manevi dayanağı olacak olan subaylar, yalnızca sayıca ve ilmen değil, ekseriya manen dahi yetersizlik içinde bulunmuştur” (Mahmut Muhtar, 2012, 175).