100. YILINDA BALKAN BOZGUNU VE GECİKEN UYANIŞ -12

9 Kasım'da Yunan kuvvetleri Selânik'e, “Yaşasın Helenizm! Yaşasın ordumuz!” haykırışları arasında girer. Selânik teslim olmuş, Yunanlılar, “Osmanlılarla hiç çatışmaya girmeden” Selânik'e girmişlerdir (Lauzan, 120).  470 yıllık Osmanlı hâkimiyeti bitmiş, Türk Bayrağı indirilerek Yunan bayrağı çekilmiştir. İlk yapılan işlerden birisi, Ayios Dimitrios Camiini kiliseye çevirip, yortu yapmak olur. Yunanlılar, bir camiyi kiliseye çevirmekle yetinmezler. Aya Sofya, Kasımiye, Eski Cuma, Hortacı Sultan, İsmail Paşa, İki Şerefeli, Sultan Murat camileri de kilise yapılır. Halbuki bir gün önce mahalli gazetelerden Yeni Asır ve Turan, “Yunan Veliahdı Prens Konstantin 10.000 asker ve 30 topla esir düştüğünü ve ertesi gün Selânik'e getirileceğini” resmî haber olarak yayınlamıştır. Sertel'in hatıraları bu bilgiyi doğrularken Selânik'in trenle işgaline dikkat çekmektedir .

Prens, ertesi gün gerçekten Selânik'e 12 bin asker başında girer ve teslim olan 25 binden fazla Türk askerinin silahları toplanır. Askerle birlikte 1.000 subay esir alınır. Tahsin Paşa ve kurmay heyeti tarafsız bir bölgede oturacak, memlekete dönmek isteyenler, “savaşa katılmamaya yemin etmek şartıyla” yerlerine gönderilecektir. Bundan sonrası korkunç bir çapul, soygun, katliamdır. Yunan savaşçılığı ve merhameti, Kölnische Zeitung adlı Alman gazetesinde şöyle yer alır: “Selânik'te Ayia Sofia Camii üzerinde haç yükseliyor yeniden. Yeni fatihler haçı diktiler; ama hani nerede Hıristiyanlık ve insanlık belirtileri?. Haç, merhametin sembolüdür; ama Rumlar kanla lekelediler onu. Talan, katliam, ırza geçme, korkunç oranlara yükseldi. Çeteler civar köylerdeki Müslümanlara yapmadıklarını komadılar. Çok sayıda göçmen açlıktan yada süngüyle öldü. Yunanlıların beslemeyi taahhüt ettikleri silahtan tecrit edilmiş Osmanlı askerlerinden çoğu keza açlıktan öldü.”  Yunanlı çapulcular, “yalnız Müslümanlara değil, yer yer Hıristiyanlara da saldırıyorlardı. Rum Ortodoks olmayan kadın ve kızlara da tecavüz edildi, başka mezheplere mensup Hıristiyanlar da soyuldu.” Bu arada Museviler ve dönmeler de Yunan vahşetinden paylarını almışlardır. Onun için “birçok Yahudi ve dönme, çaresiz, herhangi bir Avrupa devletinin bayrağını veya Bulgar bayrağını” evlerine çekerler (Andonyan, 1999, 385, 387, 389-391).

150 bin kişilik Selânik nüfusunun yarısını oluşturan Yahudiler, Osmanlı yönetiminde imtiyazlı durumdadırlar. Özellikle “1908 ihtilâli” bu durumlarını pekiştirmiştir. Onun için Yunanlılar, “sudan bahanelerle Yahudileri öldürürler”. Bu ölüm furyasından, Selânik'te 18 Mart 1913'te suikasta uğrayan Yunan Kralı da nasibini alır. Danimarka Kralı'nın küçük oğlu, İngiltere Kralı ve Çarın dayısı, İngiltere ana kraliçesinin erkek kardeşi olan Yeoryios'un ölümü, “vuran Müslümandı” haberi üzerine Müslüman ve Yahudilerin katline sebep olur. Suikastçinin, “bir Helen” olduğu, sonradan açıklanmıştır (Andonyan, 1999, 428-429).

Yenice'de durum Selânik'ten farklı değildir. “Çapulculukta Hıristiyan zenginler, fakirlerinden aşağı” kalmazlar. Osmanlı kapalı çarşısı, Osmanlı evleri yağmalanır. “Bütün dindar Yenice Hıristiyanları gayet neşeli bir halde yağmaya katıldılar. Osmanlı dükkânları ve evleri hep elden geçti.” Yağma üç gün sürer. Evler ateşe verilmiş yanmaktadır (Lauzan, 123). Osmanlının çekilmesi, içlerde yaşatılan vahşeti ortaya çıkarmıştır. Bir Hıristiyan şu tanıklığı yapar. Köylü Hıristiyanlar vahşiler gibidir. “Boğdancı'da Hıristiyanlar, Müslüman evleri yakıp yıktılar. Kadınların altınlarını gasp ettiler. Küpelerini almak için kulaklarını kestiler. Sonra kadın, genç, yaşlı ya da küçük demeden herkesin ırzına geçtiler.. Bir kısmı yağmaya koyulduğunda bir kısmı da kızların ırzına geçtiler. Sonra unutmayalım bunlar Hıristiyandı” (Lauzan, 125).

Selânik limanındaki Yunan zırhlıları yanında, Avrupa devletlerinin gemileri de büyüttükleri vahşetin seyircisi olurlar. Selânik'i işgal eden Yunan Prensini ilk tebrik edenlerden birisi, Türk subaylarını otuz yıldır yetiştiren Almanya'nın imparatoru Wilhelm'dir (Andonyan, 1999, 400).

Tahsin Paşa'nın muharebe yapmadan, Selânik'in, “ordunun ve Karaburun'un teslimi hakkında bütün Yunan şartlarını kabul” etmesi, halk için felâket getirmiştir. Şerefiyle ölmesini bilemeyenler, silahları ellerinden alınmış halde aç ve zelil ölüp gitmişlerdir. “70 top, 15 bin tüfek, 2 bin at, askerî depolarda yığılı büyük miktarda cephane ve savaş malzemesi” (Andonyan, 1999, 400), vatan savunmasında kullanılmadan Yunan'a teslim edilmiştir.

Bu arada Selânik'te bir Yahudi'nin köşkünde bir çeşit hapis tutulan eski Sultan II. Abdülhamit, teslimden hemen önce, bir Alman zırhlısı ile İstanbul'a götürülmüştür. Selânik'te “bir sır ve gizlilik duvarıyla” kuşatılan, ülkeden, dünyadan haber almasına engel olunan, gazete bile okutulmayan Abdülhamit, kendisini esir olmaması için götürmeye gelen Türk subaylarına, hanedan mensubu damatlarından iki kişiye, itimat etmez. Ayrılmayacağını bildirir. Alman gemisinin süvarisi, Alman denizci üniforması ile karşısına çıkınca gemiye biner. Gemide, “anlayışı kaybolmuş, tamamen hafızası zayıflamış” zannedilen Abdülhamit'in ilk sorusu şu olmuştur: “Bir senede iki mağlubiyet çok değil mi?” Eski sultan, Trablusgarp ve Balkan yenilgilerini kastetmektedir (Lauzan, 136-137).

İNANCINI YİTİREN ORDU YENİLİR

Hareket Ordusunun, İttihat ve Terakki'nin merkezi Selânik'in, bu kadar aşağılık bir halde teslimi ve yenilginin izahını, esir bir Osmanlı kurmayı, bir yabancı gazeteye şöyle anlatır: “Askerlerimizin kaçmasına engel olmak için başlarına nöbetçi dikmek zorundaydık. Sonra, iaşe şubeleri o kadar kötü teşkilatlanmıştı ki, kurmay subaylar olan bizler, sadece askeri harekatla değil, aç askerlerin ihtiyaçlarıyla da meşgul oluyorduk; çünkü mevcut büyük stoklara, elimize varmayan stoklara rağmen, askerlerimiz gerçekten ölüyorlardı.. Yunan subayları, ateşimiz karşısında inatla ilerlerken, bizim subaylardan çoğu savaş meydanını terk ediyordu. Bunu itiraf etmekten utanç duyuyorum.” (Andonyan, 1999, 400).

Türk subay ve kurmaylarını otuz yıldır Almanlar yetiştirmektedir. Balkan bozgunundan dolayı, Von der Goltz Paşa, Alman basınında sert eleştirilere konu olur. Almanya'nın Türkiye'ye verdiği toplar (Krupp), müttefik ordularının kullandığı Fransız toplarından aşağı kalır (Andonyan, 1999, 37). Bu tespiti, Mahmut Muhtar Paşa doğrulamaktadır. Ağır sahra topları, çamur yollara saplanıp kalmış, Bulgarlar hafif topları kullanmaya muvaffak olmuşlardır.