Jön Türkler, “Bulgar, Yunan, Türk, Sırp yok Osmanlı var”, diyedursunlar. Bu coğrafyayı, beş asırdan fazla süren “Osmanlı Barışı” yerine kan ve ateş dolu bir vahşet kaosunun içine sürükleyen, fanatik ırkçılık çalışmalarını bilinçli kışkırtanlar vardır. Balkanlar'da Rus, İngiliz, Fransız, Avusturya-Alman etkisi bilinir. Fakat dikkatlerden kaçan bir unsurun etkisini de; Serez'de Musevi çocuğu olarak doğan, Selânik'te hahamlık diploması alan, Türkçülük, Turancılık, sonra da Kemalizm üstüne eserleri ile tanınan Moiz Cohen anlatır. Yazısı, Avusturya-İsrail Birliği dergisinde, 1913 yılında ve Almanca olarak yayınlanmıştır. Anlamlı yazıda anlatılan şudur: Bir rastlantı sonucu, Balkan Savaşı bittikten hemen sonra, üç kişi trende karşılaşır. Aralarında konuşmaya başlarlar. Konuşkan Konstantinis, “bu topraklar, Balkanlar'dan Nil yatağına kadar bir zamanlar Yunan'dı; bir gün gelecek gene Yunan olacaktır” der. O, “Helen düşüncelerine sıkı sıkıya bağlı ve İstanbul'un fethini düşleyen şovenist bir Yunanlı ve megalomandır.” Bunun üzerine iriyarı yapılı, sert bakışla, sessizliği seven Davidof söze girer: “Bizim istediğimiz Makedonya'nın Bulgarlaşmasıdır ve bir gün mutlaka gerçekleşecektir” der. O da, Meriç'in, “kutsal Selânik ve İstanbul”un Bulgarların olmasını isteyen “Bulgar şovenistidir”. Söze neşeli, güler yüzlü Lewic girer. “Makedonya'nın Sırplaşmasına niye karşı çıkıyorsunuz ki? Bu topraklarda Sırp ruhu vardır ve bugün de hâlâ yaşamaktadır” der. Lewic, Sırpların kurduğu “çetelere katılıp Türklere karşı bağımsızlık mücadelesi” veren, kendisini, “gerçek bir Slav ve Sırplı olarak” gören biridir. Üç yolcunun tartışmaları, tansiyonu yükseltir. Tren Selânik'te durunca, duygular, nefret kertesine varmıştır. Birbirine, düşman gözlerle bakarak trenden inerler. Birkaç gün sonra bir sürpriz olur. “Üç yol arkadaşı, Selânik'teki Yahudi Kulübü'nde karşılaşırlar. Üçü de birbirine şaşkın şaşkın bakar ve üçü birden aynı anda, 'Nee! Meğer biz kardeşmişiz de birbirimize yurtseverlik mi taslamışız?' Bir ikinci rastlantı sonucu, üçünün de sahiplendikleri yapay yurtseverlik gitmiş, onun yerine üçü tarafından aynı duyarlıkla algılanan kardeşlik ortamı gelivermişti; artık tartışma konusu İsrail'di.” (Landau, 1996, 164-166). Aynı Yahudi'nin anlattığına göre, Yahudiler, Balkan Savaşı'nda Balkan ülkelerinin orduları safında yer almışlardır. Hatta “bu savaşta Yahudiler arasında büyük kahramanlıklar gösteren birçok insan çıkmıştır. “Bir Bulgar Yahudisi subay”, “ağzında sigarayla ölümün üzerine gitmiş”, “Abramic adlı sıradan, fakat soğukkanlı bir asker, yere düşen üç renkli sancağı yerden kaldırarak askerlerin yitirdiği maneviyatı tekrar kazanmalarına neden olmuş ve böylece Kumanova zaferinin kazanılmasını sağlamıştır.” (Landau, 1996, 166). “Pan-Türkizmin yaratıcısı olarak nitelendirilen” (Landau, 1996, 50), Tekinalp takma adlı Moiz Cohen'in; anlattığı Yunan, Sırp, Bulgar ırkçılarından farkı nedir? Türkçülük yaptığı sıra Siyonist kongreye Selanik delegesi olarak katıldığı, Filistin'e Yahudi göçünü, Siyonizmle birlikte savunduğu (Landau, 1996, 92, 97, 101), düşünülürse, kendisi de ırkçılığın, cihan devleti bünyesini kemiren uyandırıcılarına, tipik bir örnektir.

6

Avusturya'nın Bosna-Hersek'i yutma hedefi bilinmektedir. Avusturya'ya bu fırsatı, “Jön Türklerin çılgınlığı” verir. Elde bulunan toprakları, sağlama bağlayıp, güvenlik altına alacak yerde, elden çıkmış olanları yeniden ele geçirme hevesine kapılarak, “yeniden açılacak Osmanlı parlamentosu için Bosna-Hersek'e genel seçim talimatı” yollarlar (Andonyan, 1999, 54). Bu fırsatta Avusturya, Bosna-Hersek'i yutar.

İkinci Meşrutiyet'in bir diğer meyvesi, Bulgar Prensi Ferdinant'ın, 5 Ekim 1908'de kendini Çar, Bulgaristan'ı da bağımsız krallık ilan etmesidir (Andonyan, 1999, 165). Zaten, 1887'de Osmanlı Devleti'ne bağlı bir prenslik haline gelen Bulgaristan'ın başına prens olarak geldiği zaman hedefi, çar olmaktır. Artık Bulgar Çarı olmuştur. Ortodoksluğu benimseyen Bulgarlarda, Bizans'ın mirasçısı olma, İstanbul'u ele geçirme ideali vardır. “Alman asıllı bir botanik uzmanı olan”, “Viyana sarayında ikinci derecede bir insan olarak” hayatı geçen Kral Ferdinant da bu hedefi benimsemiştir. İdeali, İstanbul'u alarak “Bizans'a çar olmak, Ayasofya'da taç giymek ve Türkleri Anadolu'dan kovmak”tır. Bu hülyaya, “Rus Çarı, Alman Sarayı tarafından zorla itilmiştir.” (Bardakçı, 2002, 310-311). Türklere karşı açılacak Haçlı Seferi mizanseninin kollarından birisi de Bulgaristan'dır. Ferdinant'ın, Bulgaristan için, “Müslümanları kökünden koparıp atma politikasını” uygulamak için Balkan Harbi fırsat olarak değerlendirilecektir. Harp sırasında ve ardından Türklerin, Müslümanların bulundukları yerler, kana boyanacak, “katliamdan muvakkaten kaçan Müslümanların malı, mülkü, evi Makedonya muhacirlerine” verilecektir. “Türk düşmanı Ferdinant”ın “menhus siyaseti”, değişmeden devam edecektir (Yahya Kemal, 1976, 167-168).

İçte ve dışta başarısız, güven vermez bir politik dönem başlamıştır. Çok geçmeden Avusturya'nın işgaline, İtalya'nın Trablusgarb'ı işgali ilave olacaktır.

İTTİFAK

Balkan devletleri arasında ittifak, uzun bir çaba ile kurulur. Osmanlı istihbarat ve diplomasisi, bunu nasılsa fark etmez. Mesela, Karadağ Prensi Nikola, 1910'da kendini kral ilan eder. Berlin Andlaşmasını çiğneyen bu tavra, kimse karşı çıkmaz. Üstelik Bulgaristan Kralı Ferdinand'la veliahtı, İtalya kral ve kraliçesi, Rus Grandük'ü Nikola ile eşi, Sırbistan Veliahtı bir araya gelir. Aralarında Osmanlı Devleti'ni temsilen Hüseyin Hilmi Paşa da vardır. Paşa hariç, hepsinin aralarında akrabalık bağı vardır. Taç giyme merasiminin, aslında “Balkan İttifakı'nın bir gizli oturumundan başka bir şey olmadığını”, Osmanlı temsilcisi fark etmemiştir (Andonyan, 1999, 65).

Balkan Harbinden hemen önce Osmanlı Devleti'nin Dışişleri Bakanı olan Asım Bey'in Meclis'te, “Balkanlar'dan imanım kadar eminim” diye bağırması, basiretsizliğin ilanı durumundadır (Bardakçı, 2002, 322). Bu sözden bir gün sonra, 16 Temmuz 1912'de Halâskâran Subaylar grubunun baskısı ile İttihat Terakki Hükümeti düşer. Yerine gelen hükümetin Hariciye Nazırı Noradunkyan da öncekinden farklı değildir. Verdiği demeçte: “Bulgar hükümetinin barışçı beyanatının samimiyetine inanmamak için hiçbir sebep mevcut değil” diyebilir (Andonyan, 1999, 192). Rusya, Gabriyel Noradunkyan'a “Barış teminatı” verince, daha büyük bir hata işlenir. Rumeli'deki yetişmiş 120 tabur asker terhis edilir (Bardakçı, 2002, 323). Rusya, böyle teminatları yakın tarihte vermiştir.1884'teki Rus teminatı, “Şarki Rumeli ile Bulgaristan'ın birleşmeyeceği hakkında”dır (BOA, 24/C /1301 (M: 20.04.1884), DN. 7, FK. Y..PRK.TKM.). Ama Rusya, Kırım Harbin'den itibaren özellikle, Balkanlar'da Slav ve Ortodoks halkı kullanarak hakimiyet alanını genişletmeye hep devam etmiştir. Bulgar ve Sırplar üzerindeki Rus etkisini, Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkeleri de kabul etmektedir.

Balkan devletlerini birleştirme çabalarına, İttihat ve Terakki yönetiminin katkısı az değildir. 3 Temmuz 1911 tarihinde yürürlüğe giren, “Rumeli'de bulunan ihtilâflı kilise ve okullar hakkında kanun”u çıkartır. Bir türlü aralarında anlaşamayan Bulgar Egzarklığının, İstanbul'daki Ortodoks kilisesinden ayrılalıdır devam eden Sırp, Bulgar, Yunan anlaşmazlığını çözmek, İttihat ve Terakki'ye düşmüştür (Bardakçı, 2002, 321-322). Onların, Rumeli'yi nasıl paylaşacaklarında da anlaşmaları mümkün değildir. Ama önce çatışma konusu çözülür, ardından Osmanlı düşmanlığında birleşerek, toprak konusundaki anlaşmazlıkları ertelemek üzere yakınlaşmaları sağlanır.

Osmanlı dışişleri uyurken, Rusya tarafından, “Bulgaristan'la Sırbistan arasında bir savunma ittifakı yapılmıştır” bilgisi, gizlice Fransa hükümetine bildirilir (30 Nisan 1912, Genelkurmay, 1984, 13). Osmanlı Dışişleri, “Sırbistan'ın Avrupa devletlerinden aldığı ağır ve hafif topların, kendi şehrimiz Selânik'ten bu memlekete girmesine” izin verir (Bardakçı, 2002, 323). Avusturya'nın vermediği izini, Noradunkyan'ın vermesi düşündürücüdür.