Sormuşlar; “geçmişten hesap soracağın üç kişi olsa bunlar kimler olurdu?” diye…

                Cevap vermiş birisi; “geçmişten, hesap sormak istediğim, ne büyük ne de küçük, neye mal olmuş olursa olsun hiç kimse yok. Hesap sormak bana göre edebiyat parçalamaktır, ezikliğin göstergesidir. Bunun yerine; bozulanları, yeni baştan inşa etmeyi tercih ederim. İleri daima ileri bakarım” demiş.

            Bir diğeri de şu cevabı vermiş; “hepsini Allah’a havale ederim, geri dönüp bir de onlarla uğraşamam.”

            Biz toplum olarak, kurulan her cümleden nem kapan, renklerden farklı anlamlar çıkaran, sayılara olmadık anlamlar yükleyen, onlarla geleceğe dair kehanetlerde bulunan, geçmişi karalayan, her konu da ya “ifrat” ya da “tefriti” tercih eden bir yapıya sahibiz maalesef…

            “Bu dünya benim etrafımda dönmeli, başkaları mutlaka benim yönlendirmelerimle hareket etmeli, çünkü illa ki benim söylediklerim doğrudur” şeklinde inatçı ve gayriilmî bir anlayışa sahibiz maalesef…

            Anlatılan her konuda hem konulara hem de anlatana karşı mutlaka peşin bir hükmümüz vardır, o konu hakkında bizlerin de söyleyeceği bir söz mutlaka vardır… Yoksa konu yarım kalır, içimizde uhde kalır, bir yanımız eksik kalır.

            Ürettiğimiz bir tane bile ürün olmadığı halde bundan 80 yıl önceki şartlardan; ekmeğin, ayakkabının kıt olduğu, bir evde bir ayakkabıyı sabah ilk kalkanın giyinip kaçtığı, insanların ayakları donmasın diye evlerinin önünde biriken hayvan gübrelerinin içine sokup ısıttığı günleri yaşamadığımız halde, dünya devletlerinin üzerimize çullanıp topraklarımızı, insanlarımızı esaretleri altına alma kararlılıklarını def eden, yokluklar içinden koskoca bir devlet kuran buna önderlik eden, liderlik eden insanları karalama, kötüleme, o dönemler hakkında ahkâm  kesme hak ve yetkisini kendimizde görebiliyoruz.

            Atalarımızın 600 sene boyunca dünyaya hükmettiği, adaletin, medeniyetin, asaletin tüm dünyaya onlar tarafından götürüldüğü,  etki alanlarında kalan milletlerin hala Osmanlı Medeniyet ve adaletinden bahsettiği, 600 sene boyunca farklı toplulukların  kardeşçe yaşayabildiği, yaşatılabildiği bir medeniyeti sorgulama, toptan reddetme yetkisini kendimizde buluyor, sonra da kalkıp; “günümüzün imparatorluklarının, emperyalizm anlayışlarının ülkemiz ve başka ülkeler üzerinde ne dümenler çevirdiğinden” dem vurmakla meşgul oluyoruz. Sadece konuşuyoruz anlayacağınız. Bırakalım “emperyal” güçlerin çevirdiği dolaplardan bahsetmeyi de, öncelikle kendimize bir çeki düzen verelim. Kendi köklerimizden kopmayı marifet sayan zihniyetimizi elin “emperyalistlerinin” aparması çok daha kolaydır. Çünkü onlar görevlerini yapıyorlar, biz de top yekûn onların ekmeğine yağ sürmekle meşgulüz.

            Kızlarını değersiz mahlûklar olarak gören insan topluluklarının akıllarını hizaya çektiği, kadın erkek eşitliğinin temellerinin atıldığı, sevgiden, adaletten, iyilikten, tüm yaratılanlara yardım etmekten, yaşamın gayesini anlatmaktan başka hiçbir kötülüğü kurallarına ölçü yapmamış olan İslam Kültürünü binlerce yıl sonra buradan yargılamak,  milyarlarca insanın düşünce  ve inançlarına kilit vurmak isteyenlerin zaten, kötü emellerini gerçekleştirmek için hiçbir şansları bulunmamaktadır.  Bu beyhude uğraşlarının karşılığında binlerce yıldır dumura uğradıkları halde her türlü kepazeliğe tevessül ediyor olmalarını da anlamak mümkün olmamaktadır.

            Kısaca, 2019 dan; 100 yıl öncesini, 200 yıl öncesini, 1500 yıl öncesini yargılamak için harcadığımız gücü; kendi evimize,, kendi çocuklarımıza, kendi yurdumuza, kendi milletimize ve onların iyiliğine harcamış olsak, toplu iğne ucu kadar bir faydayı bu değerler için sağlamaya çalışsak eğer, ömür boyu konuşmaktan, eleştirmekten, kötülemekten çok daha büyük işler yapmış oluruz. 

            Geçmişi kötülemek yerine, bize göre, geçmişte yapıldığını düşündüğümüz hatalardan ders çıkarsak ve kendi hayatımıza çeki düzen versek daha iyi…