1856 Avustralya’nın Melbourne kentinde taş ve inşaat işçilerinin günde 8 saat iş günü için parlamento evine yürüdükleri günden beri kapitalizmin ağır iş koşullarına karşı dayanışma günü olarak kutladı.

Paraya sahip olmak isteyenlerin, paranın sahip olduğu ruhlarına karşı bir dayanışma.

1 Mayıs 1886'da Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu önderliğinde işçiler günde 12 saat, haftada 6 gün olan çalışma takvimine karşı, günlük 8 saatlik çalışma talebiyle iş bıraktılar..Siyahlar ve beyazlar Kentucky’deki siyahların girmesinin yasak olduğu parkta beraber yürüdüler.

1473’te ücreti ödenmeyen seramik işçilerinin iş bırakması, 1587 yılında ücretini alamayan işçilerin iş bırakması gibi küçük çaplı girişimler dışında Osmanlı’da işçi hareketleri 1870’te görülmeye başladı.
İlk kez 1 mayıs 1923 resmi olarak kutlandı. 

Ülkemizde sermaye birikiminin yeteri kadar gelişememesi, Osmanlı’nın zor dönemleri, işgal yılları kurtuluş savaşı ile yeniden var olan ülkemizi, yeniden yapılandırılmaya başlanmasına kadar, her ne kadar ülkede yatırım ve gelişme adına bir şeyler yapılıyorsa da yeterli olduğu söylenemezdi.

Açıkça mücadele edecek,hak doğumuna sebep olacak yatırım ve girişim de yoktu.

Fransız devrimi ile hareketlenen milliyetçilik akımı, Osmanlı’da da bu akımın doğmasına sebep oldu.

Azınlıkların kendi geleceklerini tayin için girişimde bulundukları bu zamanlarda değil ekonomik yön belirsizliği, milli bir kimlik belirsizliğini de  en derin şekilde yaşıyorduk.

Osmanlı’nın asıl kurucu unsuru Türkler öyle bir açmaza girdi ki; Türkçülük diye çıksa ortaya Osmanlı’nın batışını hızlandıracak, hiçbir arayışa girmese yıkılan Osmanlı’nın altında kalacak.

Türk aydınları Bakü’de, Kırım’da, İstanbul’da,Balkanlar’da dernek, dergi,gazete gibi araçlarla Türklerin bilinçlenmesi aynı zamanda milli değerlerin üzerinde gelişebilmesi için olağanüstü çaba sarf edilen gayretler İstanbul merkezli gelişiyordu. Bu arada Anadolu’da Türk kültürü yoğun olarak yaşanıyor ama halkımızın yüzde doksan yedisi okuma yazma bilmiyor. Binlerce yıldır geleneklerle günümüze kadar gelen kültürümüzü ve değerlerimizi bağrında taşımasına rağmen, onu bir türlü uygarlığın yolunda kullanılabilir hale getiremiyordu

Ziya Gökalp;milleti ‘’dince,dilce,ahlakça ve güzellik duygusu bakımından müşterek olan yani aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bir topluluktur’’ diye tanımlarken,millet olmanın ortak paydaları ile rotamızı çiziyordu.

Uygarlığın içinde yetişen aydınlarımız da 1800’lü yıllardan beri  toplumun kültürü ile istenen teması sağlayamamış,batıdan aldığı kültürü hiçbir işlemden geçirmeden topluma monte etmeye çalışıyordu.

Uygar dünyanın sosyal ekonomik ve bilimsel gelişiminden çok görünüşünü alarak karmaşık bir kişilikle hareket ediyordu.

1923 İzmir iktisat kongresi ile başlayan, 1930 yılında sanayi kalkınma planları ile  kendini toplamaya başlayan ülkemiz, Atatürk’ten sonra kaybetmeye başladığı rotasını 1980’li yıllara gelinceye kadar da bulamamıştır.

Planlı mı kalkınalım, plansız mı.? 

Liberal mi olalım devletçimi,ithal ikameci mi olsun, karma ekonomi mi olsun?

Sosyalist mi olalım, milliyetçi mi olalım derken hiçbir şey olamadan 2019 yıllına geldik.

Henüz 12 saat çalışan işçilerimiz var. Asgari ücret diye bir kavram var ama asil ücret olarak kullanılıyor.

İşçi ve işverenler hala mücadele ediyor. Ne işçi insanca çalışma koşullarına kavuşmuş ne iş veren kendi teknolojisine kavuşmuş.Milyonlar meydanlarda toplanıyor. İkisi birbirini tamamlayıp ekonomi ile mücadele etse nerelerde olurduk kim bilir.

İşveren samimi değil. İşçi de samimi değil.

Bu arada hiçbir mücadeleye konu olmayan çiftçilerimiz, ev kadınlarımız, esnaflarımız milyonlarca insan hayatlarından memnun değil.

Olay sadece bir işçi işveren çatışması, pazarlığı gibi devam ediyor ama asıl ekonomi sorun yerinde sayıyor.

Önce işveren:  Ülkemizin en zengin en gelişmiş holdinglerimiz daha bu millete global özgün bir marka üretmiş değiller.

İşçilere hala bir maliyet unsuru olarak bakıyorlar. Maliyeti düşürmek için işçinin canını çıkaracaklar.
Sanayi ve ticaret odaları günümüzde girişimlerini arttırmalarına rağmen dönüşüme sebep olacak girişimlerden çok uzaklar

İşçiyi katma değerin bir kaynağı olarak görebilecek bir bilinçte değiller. İşçinin  becerisini, maharetini bilgisini arttırarak daha yüksek katma değere ulaşmak için gayretleri yok.

İşçi ve temsilcileri kendilerini ekonominin katma değerinin asıl kaynağı olduğunu fark etmiyorlar. Sendikalar sadece güç peşinde. İşçilerin önünü açacak projelerle ilgilenmiyorlar

Üniversiteler hala sanayi, tarım ,turizm, sosyal yaşam, toplumsal gelişmede lokomotif güç olmaktan çok uzaklar.

Halka siyasi bölünme, duygusal davranışlar geleneklerini güncelleyememe gibi kendi gelişiminin önünü açacak talepleri henüz hazırlayamıyorlar.

Bu arada Türkçülük günlerini de 1 Mayıs’tan iki gün sonra kutluyoruz.

Peki bu ortamda işçi bayramı, Türkçü bayramı demekle bir yere varabiliyor muyuz?

Gerçek Türkçülük kendi kültürünü uygar dünyanın bilimi ile, toplumsal dayanışma ruhu ile insanlığa ben de buradayım diyebilmek değil mi? Yaşamın her alanında, her yaşta ve meslekte Türk milletini yüceltecek yaşamları üretmek değil mi?

Hepimizin bu milletin ortak aklına ekleme yapacak bir fikri, düşüncesi, gayreti yok mu?

Bir birini tamamlayan katma değerin, innovasyonun, endüstri 4:0’ın ana kaynağı iş gücü değil mi?

O zaman işçi ve işveren bir birinin rakibi değil de tamamlayıcısı olabileceği bir metod geliştirilse, dünya çapında stratejik güç üreten ürünler üretilse en iyi Türkçülük bu değil mi?

Ucuza mal yiyeceğim diyen tüketici onu üreten esnaf, çiftçi, sanatçı,zanaatkar,işçinin yaşam koşulları iyileşmeden uygun fiyata bir yaşamın olamayacağını anlamadan bu iş çözülür mü?

Millet olmak, ortak paydalar ve faydalar üzerine kurulan, toplumsal dayanışmanın itici gücüne sahip olmak değil mi?

Siz ne kadar Türkçüsünüz hiç düşündünüz mü? 

Aslında hepimiz yaşamın işçisi değil miyiz?

Sosyal medyadan paylaşımlarla, simgelerle yetinip,hiçbir şey yapmıyorsak, işçi bayramını kutlayanı komünist , Türkçülüğe faşist diye nitelersek, dünyayı sömüren insanların ancak kölesi olabiliriz.